'Viva liberte!'

70'li yıllar. Bir gece yarısı, Mamak 2 No'lu Cezaevinin bir koğuşu, arka arkaya iki kez bağırılarak söylenen başlıktaki nida ile yankılandı. Ses bitişikteki ranzada yatan arkadaşımdan geliyordu. Ve O hâlâ uyuyordu. Oysa neredeyse bütün koğuş bağırtıya uyanmıştı.

Sabah kendisine olayı söyledik. Hiç bir şey hatırlamıyordu. İngilizceden başka yabancı dil bilmiyordu ama tabii ki bu sözlerin ''Yaşasın Özgürlük'' anlamına geldiğini biliyordu. ,''güzel bir şey söylemişim'' demişti.
Özgürlükler, binlerce yıldır insanlığın gündeminin başköşesinde. Filozoflar antik çağlardan beri bu kavrama kafa yormuşlar. Sonunda çağımızda gelinen nokta insanlar için (hatta hayvanlar için de) ''özgürlüklerin bir hak olduğu'' ve ''hakların da aslında özgürlükler'' olduğu noktasıdır. Bunun için konu hep ''Hak ve Özgürlükler'' başlığı altında tartışılmaktadır.
Dünyada büyük yankı uyandıran ''Taht Oyunları'' seri romanında, kahramanlardan biri olan Kraliçe Daenerys, köle ticareti ile zenginleşen ''Meeren'' isimli şehir devletini ele geçiriyor.  Köle ticaretini yasaklıyor ve bütün köleleri azat ederek ''özgür insan'' ilan ediyor. Bir zaman süren şaşkınlıktan sonra yeni özgür insanlar kraliçeye gelerek, eski düzenin yeniden kurulmasını, kendilerinin eski sahiplerine geri verilmelerini istemeye başlıyorlar. Kraliçe önce duyduklarına inanamıyor ama sonra azat edilen kölelerin kaldıkları barınaklardan çıkarıldıklarını, kalacak yerlerinin, yiyeceklerinin olmadığını, insanların bunun için yeniden köle olmayı istediklerini anlıyor.

Bir romanda kurgulanan böyle bir durum gerçek hayatta da olabilir mi? İnsanlar barınabilmek için, ekmek ve aş için özgürlüklerinden vazgeçebilirler mi? İnsanlar hem tok hem de özgür olamazlar mı? Olabilirler. Dünyanın pek çok yerinde öyleler. Hem özgürler hem de toklar. Sırtları pek, evleri sıcak.

Ne yazık ki Türkiye’mizde insanların büyük çoğunluğu hem özgürlüklerinden hem de haklarından yoksun. Özgürlüklerin temeli olan ''yaşama özgürlüğü'' yok. İnsanlarımız sinekler gibi kırılıyorlar. Ortalarında bombalar patlıyor, çatışanların arasında kalıveriyorlar. Erkekler, kocalar kadınları, karılarını, sevgililerini öldürmeye doyamıyorlar.

Sağlıklı yaşama hakkı, özgürlüğü yok. Paran yoksa sağlığın da yok.
Seyahat özgürlüğü mü? Doğuda, Güneydoğuda bir yerden bir yere öyle istediğiniz gibi gidin bakalım. Yollarda durduruluyor, sorgulanıyor, kaçırılıyorsunuz. Ya da Diyarbakırlı Doktor kardeşim Abdullah Biroğul gibi, evine giderken öldürülüyorsunuz. Sizin bu özgürlüğünüzü sağlamakla görevli devlet nerde? Namevcut.

Baş Muktedir yan bakanı mahkemeye veriyor, tutuklatıyor. Her gün bir kaç gazeteci sırf bunlara değindiği için işinden, ekmeğinden oluyor. Savcılara emanet ediliyor.

Türkiye halkı, örsle çekiç arasına sıkışmış, dövüldükçe dövülüyor. Bu sınıf savaşının muktedirleri, tahtlarını, saraylarını, erklerini korumaktan başka bir şey düşünmüyor. Bütün hesaplar buna göre yapılıyor. İnsanların hak ve özgürlükleri kâğıt üstünde boş bir kavram olarak duruyor.
Eğer bu halk, 1 Kasımda önüne gelecek sandıkta da, haklarından ve özgürlüklerinden yana seçim yapıp bu örtülü dikta rejiminden kurtuluşun önünü açmazsa, bundan böyle ancak uykusunda konuşur: ''Viva Liberte'' ''Yaşasın Özgürlük''.

Önceki ve Sonraki Yazılar