Yağmurlar düşerken bekle beni

Çatışmaya kısa bir ara verildi, silahlar sustu ve ortalık sessizleşti. Aylardır umutsuzca Stalingrad’ı  savunan altmış ikinci ordunun yaralı, aç ve neredeyse donmuş Sovyet askerleri yere uzandılar. Biraz dinlendikten sonra çok eski bir ordu geleneğine uyarak, ancak kendilerinin duyabileceği bir sesle şarkı söylemeye hazırlandılar.

Şarkıya yol gösterecek olan Kazak asker boğazını temizledi. Kızıl Yıldız gazetesinin savaş muhabiri olarak aylardır burada bu askerlerle birlikte olan adam da şarkıyı dinlemeye hazırlandı…

Şarkının ilk sesleri yükselince şaşırdı. Şarkının melodisini ilk kez duyuyordu ama sözlerini ezbere biliyordu. Kazak asker, “yağmurlar yağarken bekle beni, karlar tozarken bekle beni, ortalık ağarırken bekle” diye adeta ağlar gibi söylüyordu ve tam sesinin iyice duyulmaz olduğu bir anda öteki askerler hep bir ağızdan “bekle beni döneceğim” diye şarkıya katılıyordu.

Savaş muhabiri, hayretle askerlere bakıyordu. Askerler şimdi ayağa kalkmışlar ve kol kola girmiş bir halde söylüyorlardı şarkıyı. Yavaşça sallanarak ve belli belirsiz bir gülümsemeyle  adama yaklaştılar. Şarkının sonunu muhabirin de katılmasıyla hep birlikte söylediler: “Bir tek sen olsan bile bekleyen beni, döneceğim bekle beni”.

Muhabir donakalmış bir halde askerlere bakıyordu. Bu şarkıyı daha doğrusu bu sözleri kendisi yazmıştı. Aylardır cephede savaş muhabirliği yapıyordu. Nazilerin kuşatması iyice ağırlaşmış ve o da herkesin ölüme teğet yaşadığı o günlerden birinde oturup, sevdiği, deli gibi özlediği, kavuşma umudunu en kötü anlarda bile bir kez olsun yitirmediği kadına bu şiiri yazmıştı. Moskova’ya giden bir askere şiiri vermiş ve onu çalıştığı Kızıl Ordu gazetesine götürmesini söylemişti ama o günden sonra o askeri bir daha görmemiş, gazetesinden de hiçbir haber alamamıştı.

Şaşkınlığı bundandı işte. Gece gündüz savaşan askerler bu şiiri nereden bulmuşlardı?

Muhabirin bunları düşünecek fazla vakti olmadı. Çatışma yeniden başladı. Sovyet askerleri siperlere koştular.  “62”nin askerleri siperlere doğru koşarken, “Bekle Beni Döneceğim” şarkısını hem de bu kez avaz avaz bağırarak söylüyorlardı.  Stalingrad varoşları pırıl pırıl parlayan bir umut şarkısıyla çınlıyordu şimdi. “Varsın tüm dostlarım umutlarını kessinler, sen kesme, bekle, döneceğim ben”…

Dünyanın belki de en bilinen savaş şiiri olan “Bekle Beni”nin yazarı Konstantin

Mikhailovich Simonov, Kızıl Yıldız ve Savaş Bayrağı gazetelerinde muhabirlik yapıp, şiirler yazarken savaş patladı. Nazi orduları Sovyetler Birliği’ne girdi. Moskova ile Stalingrad kuşatma altına alındı. Simonov, savaş muhabiri olarak Stalingrad cephesine gönderildi.

Bir gece, diğerleri gibi cehennemi andıran bir gece, sevdiği kadını, Valentina Serova’yı düşünürken, bu kadına duyduğu aşk ve hasretin dayanılmaz bir hale geldiğini hissetti. Bütün eti, bütün kemikleri, bütün sinirleri, elleri, gözleri, beyni o anda hemen oracıkta Serova’yı istiyordu. Ünlü  “Bekle Beni” şiiri işte o gece yazıldı.

Simonov izne çıkan bir askere şiirini verdi ve gazeteye bırakmasını söyledi. Sonra da şiirinden herhangi bir haber alamadı. Oysa asker şiiri gazeteye ulaştırmış ve şiir yayımlanmıştı. Derken bir asker şiiri görmüş, gazeteden kesmiş ve köydeki nişanlısına göndermişti. Nişanlısı da şiiri kendi arkadaşlarına dağıtmış ve ortaya o ünlü “Bekle Beni” fırtınası çıkmıştı…

Simonov, Valentina Serova’yı ilk kez bir tren istasyonunda görmüştü. Sovyet sinemasının az çok ünlenmiş bir sanatçısı olan Serova, sarı saçlı, ince ve uzun boylu güzel bir kadındı.

1943’te evlendiler. Sonra savaş başladı. Simonov cephelerde kanlı savaşların içinde Valentina’ya yazmayı hiç aksatmadı.

Savaş bitti. Eve döndü. İşlerin yolunda gitmediğini de işte ilk kez o günlerde anladı. Valentina ünlü bir yıldızdı artık. Simonov ise sanki hala Stalingrad cephesinde yaşıyordu. Sadece ona kavuşmak umuduyla hayatta kalabildiği bu kadını artık pek tanıyamıyordu. O hala ılık bir yaz gününde şakacı bir rüzgarın eteklerini havalandırdığı sarı saçlı bir kadın görmek istiyordu ama göremiyordu. Nedir, aşkından da asla vazgeçmiyordu. Valentina’nın dedikodulara yol açan bir hayat sürmesi, ortalıkta bazı yakışıklı sinema aktörlerinin adının dolaşması da Valentina’ya olan aşkını zerrece azaltmıyordu ama dayanamayıp, günün birinde bu canı kadar sevdiği kadını incitebileceğinden de korkuyordu.

Böyle bir şey yapmamak, Valentina’yı kırmamak için hiçbir açıklama yapmadan 1957’de onu terk etti. Konstantin Simonov, bir zamanlar beklemesi için yalvardığı kadını karlı bir Moskova sabahı bırakıp gitti ve bir daha da hiç geri dönmedi…

Valentina Serova 1975 yılında öldü. Simonov cenaze törenine katılmadı. Ertesi sabah Serova’nın mezarında bir saksı içinde mavi hareli, sarı yapraklı bir menekşe çiçeği bulundu. Saksıya bir kağıt yapıştırılmıştı ve kağıtta “zhdi meny” yani “bekle beni” yazıyordu. Çiçeği kimin bıraktığı ve notu kimin yazdığı daha sonraki günlerde Simonov’a defalarca soruldu. Simonov her defasında acı bir şekilde gülümsemekle yetindi ve cevap vermedi. Yıllar önce “sağ kalışımın sırrını yalnız senle ben bileceğiz, bütün sır senin beklemeyi bilmende” diye yazmıştı ve sevdiği kadın da onu beklemişti. Şimdi bekleme sırası Simonov’daydı.

Konstantin Mikhailoviç Simonov, 28 ağustos 1979’a kadar bekledi.

Sonra kendisini beklemekte olan sevdiği kadının yanına gitti…




 

Önceki ve Sonraki Yazılar