Büyütülmeyen Çocuklar

Büyütülmeyen Çocuklar

Birçok anne ve baba çocuklarını korumak, onları çok sevdiğini göstermek için aşırı bir korumacılığın içine girer. Çocuğun doğumuyla başlayan bu korumacılık, giderek artar ve çocuk zamanla soluk alamaz duruma gelir.


Aşırı korumacılığın içten bir sevgi olduğunu söyleyemeyiz. Bu sevgiden öte sahiplenmenin, çocuğun varlığını yok saymanın, onun birey olarak var olmasını kendine bağımlı kılarak yok etmenin bir göstergesidir. Sürekli ebeveynlere bağımlı olan çocuk, özgürce gelişemiyor, kişiliği olması gereken noktaya gelmiyor. Bedeni gelişen çocuğun, kişiliği aynı oranda gelişemiyor. Bedeni kocaman bir adam gibi görünen evlat, tinsel olarak ergenlik öncesi bir bireyin düzeyinde kalmakta.

Çocukların gelişimini aşırı korumacılıkla engelleyenler daha çok anneler. Anneler, özellikle erkek çocuklarına bu korumacılığı yapmakta. Erkek çocuklarının her işini görerek onları beceriksiz bireyler durumuna getirmekteler. Deyim yerindeyse çocuklarının kanatlarını kırpıp onları özgür doğalarından uzaklaştırarak uçamaz duruma getirmekteler. Kanatları kırpılıp uçamaz duruma getirilen, bir kafeste tutsaklaştırılan kuşlar gibidir bu çocuklar.  Ebeveynlerine bağımlı, uçamaz, özgürce kararlar alamaz, kendi yaşamlarını biçimlendiremez, beğenilerini söyleyemez duruma getirilmekte bu erkek çocuklar.

Çevremde bazı anne-oğul ilişkilerini gözlemlemekteyim uzun süredir. Bu kişilerle yakınlığımız da var. Bazılarıyla ise öğretmenliğimden ötürü ilişki içindeyim. Anne, erkek çocuğuna her yönüyle abanmakta. Onun tek başına yapması gereken her işi yapmakta. Bu yolla da onları beceriksiz kılmakta. Konukların da olduğu bir sofra ortamında, annenin ev sahibi ya da konuk olması durumu değiştirmiyor, anne kalkıyor oğlunun yemek tabağını kendi elleriyle hazırlıyor. Bazı anneler ileri giderek tencereye kepçeyle değil, elleriyle dalarak kendince etin, patatesin yumuşağını, sebzelerin kendince güzel olanını seçmekte. Oğlunun neyi, ne kadar yiyebileceğine kendisi karar vermekte. Çayın yanında pasta mı, börek mi yenecek? Anne, yerinden kalkıp hazırlanmış tabaklardaki pastaları tek tek inceliyor. Kendince pasta ve böreklerden bir seçim yapıp yeni bir tabak hazırlıyor oğulcuğuna. Bu konu, doğaldır ki orada bulunan herkesin ilgisini çekip rahatsız etmekte. Bu durumu eleştirdiğinizde anne-oğulca sevgisizlikle suçlanıyorsunuz.

Oğulun saçı sakalı ağarmış, çoluk çocuğa karışmıştır. Buna karşın annede davranış değişikliği yoktur. Onun gözünde oğlu, büyümemiştir daha ve annesinin ilgisine, bakımına, yönlendirmesine gereksinimi vardır(!). Annesi olmadan günlük işlerinin hiçbirini yapamayacağı düşüncesi egemendir. Yemeğinden giyimine kadar uzanan bir koruyuculuk söz konusu. Hatta eşiyle neler konuşacağına, ona karşı nasıl davranacağına da anne karar verir. İşyerinde üst ya da astlarıyla neler konuşulduğu tek tek rapor edilmelidir anneye akşamları. Ertesi gün işyerinde nasıl davranacağı da oğula bir güzel telkin edilir. Kendi kararlarını, kendisi veremediğinden akıl hocası olarak annesine gereksinimi vardır.

Erken yaşlarda annenin korumacılık adına oğlu üzerine kurduğu tutsaklaştırma egemenliğine karşı çıkmayıp boyun eğildiğinde, bu bağımlılık giderek artar. Bağımlılık, kişiliği yok eder. Artık karşımızda bir yetişkin insan değil; benliği yok edilen büyümesine, kişilik gelişimine izin verilmeyen bir insan vardır.

Annelere bağımlı çocukların en çok yaşadığı sorun, sosyalleşmedir. Yaşadığı bağımlılık onu, giderek sosyal çevresinden soyutlar. Toplumsal ilişkilerin zayıflaması, onu tinsel sorunların içine sokar. Bu sorunlar giderek çoğalır ve içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüşür. Anne-oğul bağımlılığı dışa kapalı, dar çerçevede, genellikle de iki kişiliktir. Bu nedenle sık sık ikili arasında amansız kavgalar da yaşanır. Kavgalar serttir. Hakaretler havada uçuşur. Ancak kavga bitince küslük olamaz. Kavga edilmemiş gibi bağımlılık sürer. Bu ilişkinin en önemli dayanağı, sürekli olumsuz düşünmedir. Bu olumsuz düşünme biçimi, umudu zayıflatarak giderek yok eder. Bu tür insanlardan günde bir tane bile olumlu tümce işitemezsiniz. Sürekli olumsuz düşünme, kişiyi dış dünyaya tamamen kapatır. Farklı düşüncedeki kişilere katlanamaz bu insanlar. Değişik düşünceleri, aşağılamaları en belirgin özellikleridir.

Anne-oğul bağımlılığında gelenekler, görenekler, toplumsal kurallar, aile değerleri, aile içi sorumluluklar ve görev bölüşümleri önemsizdir. Bu ikilinin dışında hiç kimse bir değer arz etmez. Bu nedenle saygı ve sevginin de gösterilmesi gerekmez. Her şey, herkes kötüdür. İyi olan yalnızca bağımlılık içindeki anne ve oğuldur.

Sosyalleşememeyle birlikte kişide aşağılık karmaşası gelişir. Bu nedenle hiçbir konuda olumlu bir yaklaşım, karşısındakini onaylama, düşüncelere katılma, duygudaşlık, kendini karşısındakinin yerine koyma davranışı görülmez.

Bağımlılık içindeki aile üyeleri bilimsel doğruları umursamaz, toplumun genel kanısına muhalif davranır. Her şeye, her olaya, her düşünceye karşı anlamsız bir ayak direme söz konusudur. Her şeye karşı çıkmayı, bir beceri sanır bu kişiler. Eleştiri ve özeleştiri söz konusu olmaz. Eleştiriden anlaşılan karşısındaki her şeyi karalamadır. Kendi dışındakilere karşı şüphecilik söz konusudur. Herkesi, her şeyi karalamayla kendi davranışlarını aklamaya çalışır bu tür kişiler. En yalın düşüncelerde, en sıradan olaylarda bile saldırgan bir tutum takınılır. Saldırgan davranışın olduğu yerde, şiddet dürtüsünün olmadığını da söyleyemeyiz.

Oğullarına korumacı davranan anneler, bu korumacılığı reddeden varsa diğer çocuklarına özellikle de kızlarına dışlayıcı davranır. Kız çocuğu evin prensesi değil, koruma altına alınıp bağımlı kılınan erkek çocuğun hizmetçisi konumundadır.

Peki, korumacı anneler yalnızca erkek çocuklarını mı bağımlı kılar? Hayır! Kocalarını, erkek kardeşleri, varsa damatlarını, yakın çevresindeki erkekleri bağımlı kılmak için olağanüstü çaba gösterir. Bu bağımlılığı, tinsel tutsaklığı reddeden aile içindeki erkekler anne tarafından sevilmez, dışlanmaya çalışılır.

Peki, bir kadın niye çocukları arasında ayrım yaparak kendisine uydu erkekler, oğullar yaratmak ister? Öncelikle söylemeliyim ki bu durum, bir tinsel sayrılıktır. Bu sayrılığın kökleri, annenin bebekliğinin ilk gününden sonra yaşadığı tinsel ve tensel sarsıntılara dayanmakta. Yaşanan olumsuzluklar birikerek yukarıda anlattığımız kendince savunmalara dönüşmekte. Bu tür kişilerin, yani hem annenin hem de oğulun sağaltılması işi konuyla ilgili sağaltımcıların görevi. Ancak bu durumun yaşanmaması için çocukların doğdukları günden başlayarak doğru davranışlarla karşılaşması gerekir.

Anne-oğul bağımlılığında iki tarafın eğitim düzeyi önemli değil. Öğrenimi ne olursa olsun bazı kadınlar ne yazık ki büyütülmeyen çocukların anneleri olmaktalar. Bu anneler, soğuk havalarda doğum yapan kedilere benzemekteler. Kediler doğurması gereken zamanı şaşırıp erken ya da çok geç yavruladıklarında, yavruları üşür. O da yavrularını ısıtmak için yavrularının üzerine yatar. İyice abanınca da yavrular hava almaz ölür. İşte, bu anneler de oğullarının üstüne öylesine abanırlar ki onları soluksuz bırakırlar. Bu soluksuzluk; onların özgüvenlerini, kendilerine saygılarını, kendilerine ve başkalarına sevgilerini yok eder.

Çocukların tinsel yapılarını olumsuz yönde etkileyecek her türlü davranıştan kaçınmak gerek. Çocuklara vurulacak en küçük bir fiske, onlara söylenecek kırıcı bir söz, özgüvenlerini sarsacak bir bakış, sosyalleşmelerini önleyecek bir davranışın ilerde büyük olumsuzluklara yol açacağı bilinmeli. Unutmayalım ki yapacağımız en küçük yanlışlıklar, toplumun geleceğine indirilen bir darbedir. Sağlıklı toplum, sağlıklı bireylerle oluşur.

Kaynak: Adil Hacıömeroğlu