Ömer Adıgüzel

Ömer Adıgüzel

Yazacak bir şey bulamadığın anlar!

İstanbul Kartal’da bir bina çöküyor ve binada yaşayanların yarısı hayatını kaybediyor, yarısı da yoğun bakımda veya yaralı olarak hastanelerde. Yazı yazmak istemiyorsun, yazacak bir şey bulamıyorsun çünkü!

Bütün TV kanallarında birbirinin tekrarı konuşma programları, yarışma, yemek saatleri, tek tarafı öven ve nesnelliğini kaybetmiş haber saatleri, hemen hiçbir estetik kaygısı olmadan sürdürülen TV dizileri var ve sürekli izlediğin TV kanalı ya da programlarının sesi kısılmış. Yine yazı yazmak istemiyorsun, yazacak bir şey bulamıyorsun çünkü!

Tuttuğun futbol takımı stratejik hatalar nedeniyle tarihinin en kötü dönemlerini yaşıyor ve anlık da olsa heyecanlanıp mutlu olduğun eski görüntülere bakıyorsun. Futbol programlarında saatlerdir konuşan “uzmanlardan” anlamlı bir tümce duymak istiyorsun ama bulamıyorsun ve yine yazı yazma isteğin yok oluyor.

İzlediğin dergiler kâğıt sorunundan bir bir kapanıyor, yine bir şeyler yazamıyorsun

Her zaman oturduğun, bir şeyler içip dostlarınla sohbet ettiğin mekânların getirilen vergiler nedeniyle bir bir kapandığına tanık olup, birlikte anlam oluşturduğun bu ortamların hem kişisel hem de şehir hafızalarından yok olduğuna tanık oluyorsun, yine bir şey yazmak içinden gelmiyor.

Sürekli yürüyüş yaptığın alanlara, az da olsa nefes aldığın parklara, yeşil alanlara doğru gitmek, uzaklaşmak istiyorsun ama bir türlü bulamayıp ya bir alış veriş merkezine ya da yüksek katlı binalara rastlıyor, “Nerede benim başkentim ve bıraktığım anılarım?” diyorsun ve bunun üzerine yine yazamıyorsun.

Yerel seçimler öncesinde belediye meclis üyesi ya da belediye başkanı olmak isteyenlerin parti önlerindeki mücadelesine tanık oluyorsun, seçimi kazandıklarında bu mücadelelerinin hiç birini görev anında sergileyemediklerini görünce, üstelik aday gösterme işinin sadece üst yönetimlerin öznel seçimlerinden ibaret olduğuna tanık olunca yine tek bir sözcük bile yazmak istemiyorsun.

Ne biliyorsan öğrettiğin ve öğrettiklerini toplum yararına, piyasa koşullarına teslim olmadan, medya kaygısı gütmeden, ait olduğunu düşündüğünüz kurum ya da örgütünüzün ve yaygınlaştırmaya çalıştığınız alanınızın önüne geçmemesine dikkat ederek kullanmalarını söylediğin; kişinin değil çalışmanın önde olduğunu, birikimlerini sadece para için değil toplum yararına aktarmaları gerektiği yoksa zeminin altımızdan kayıp gideceği uyarılarını yaptıklarının, star olma hırsıyla donuk, yalancı gülümsemeli fotoğraflarını görüyorsun ve onları da yazamaya değer bulamıyorsun.

Peki, ne olacak o zaman? Sözcükleri, tümceleri durduralım mı? Birlikte yaratma, üretme ve paylaşma düşüncesinden vaz geçip piyasa koşullarına mı kendimizi teslim edelim? Soruları geliyor akıllara. Yanıt ise çok tanıdık; yüksek tepeye çıktığında kartala da yılana da rastlayabilirsin. Tepeye çıkmak istiyorsan öncelikle hangisi olacağına karar vermen gerekiyor. “Emek en üstün değerdir ve tepeye çıkmam da gerekmiyor.” demek erdemini gösterebiliyorsan işte o zaman yazacak bir şeylerin hâlâ olduğunu biliyor, kalemini ele alabiliyor ya da tuşlara dokunmayı değer buluyorsun demektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar