Atilla Köprülüoğlu
Bilginin Dev Çınarı; BİLGE UMAR...
"Önce Son Söz" diye paylaşımına başlamış Yaşar Aksoy ve devam etmiş;
"Bilge Umar bir Yunanlı olsa idi, ismine üniversiteler kurulur, ödüller yaratılır ve Devlet Nişanı ile ödüllendirilirdi. Ne yazık ki vatansever bir Türk çocuğu idi..."
Ne doğru yazmış Aksoy...
****
Hukuk, tarih ve tarihsel coğrafya alanında 40'ın üzerinde kitap yazmıştı.
Bir o kadar da çevirisi vardı.
Kadim topraklar Anadolu'yu, medeniyetlerini en iyi anlatanlardandı.
Özellikle Türkiye'nin ilkçağ kentleri üzerindeki araştırmaları ile tanınırdı.
Anadolu'nun ışığını bize çok iyi yansıtırdı.
Prof. Dr. Bilge Umar'ın araştırma ve hukuk alanındaki eserleri, tarihi ve kültürel mirasımızı anlamamıza büyük katkıda bulunmuştur.
****
Ben kendisini
Hakan Tartan'ın
Konak Belediye Başkanlığı döneminde düzenlediği "Ustaya Saygı" etkinliklerinin birinde Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde dinleme olanağı bulmuştum.
Pırıl pırıl hafızasına, belagatına, entelektüelligin çelebi tavrına ve tevazusuna hayran olmuştum...
****
Bilge Umar Hoca'yı en iyi tanıyan rahmetli Şadan Gökovalı Hocam'ın arşivindeki yazısıyla başbaşa bırakıyorum sizleri. Güzel insandı, güzel uyusun. aileye, sevdiklerine sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum. Rahmetle;
“Hukuk mesleği ile inceleme yazıları ile yapıtlarının yanı sıra çevirileri, Özellikle Türkiye'nin ilkçağ kentleri üzerindeki araştırmaları ile tanındı.
(Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü)
Yıl 1974.
TRT'de Yapımcı ve Eğitim Yayınları Şube Müdürüyüm.
Yıllardır beklediğim bir kitap, Bilgi Yayınevince yayınlandı:
Bilge Umar'ın 'İzmir'de Yunanlıların Son Günleri'.
Çöldeki adamın susuzluğuyla içtim kitabı; telefonla randevu alıp, Umar'ın Ege Üniversitesi İTBF'deki odasına vardım. Kapıdaki şu notu görünce, not dilenmeye gelmiş öğrenci gibi mahcup oldum:
'Not dilenmeye geldiyseniz kapıyı çalmayın. Not, ihtiyaca göre değil, liyakate göre verilir!'
Çetin cevize çattığım belliydi; tüm cesaretimi toplayıp, kapıyı tıklattım:
-Buyrunuz! Sözünü duyunca daldım içeri.
Prof. Dr. Umar, daha sonra söyleyeceğim üzere, rotatif gibi yazıyor, üretiyordu.
Tuşlamakta olduğu son tümceyi bitirip, 'Hoş geldiniz' dedi. Sırtımdaki 13 kg'lık Nagra ses kayıt cihazını çalıştırdım. Sanırım 1,5 saat kadar görüştük.
Beklediğim kitap gibi, aradığım yol arkadaşını bulduğumu anladım.
Onca konu arasında, sağlıklı bir evlilik yaptığını, bundan böyle İzmir'in sanat dünyasına karışmak, Türkiye tarihsel, coğrafya araştırma gezilerine daha fazla zaman ayırmak istediğini söyledi.
Öyle de yaptı: Kurucularından olduğum İzmir Sanatçılar Derneğine üye ve ilk genel kurulda en fazla oyu alarak Yönetim Kurulu üyesi oldu(...)
Bir anekdot:
Eşlerimizi, Dalaman Belediye Başkanı Musa Siva'nın sağladığı araçla, Torosların doruklarında gizlenen Selge kentine vardık. Üzerine kurulu köyün adının bir ara “Deli Dana” olarak değiştirilen Zerk köyüne ulaştık. O zamanlar tarla olarak kullanılmakta olan antik agoranın bir köşesindeki ulu meşe ağacının altında serinlemekte olan ören bekçisi (Yunus efendi), bizi görünce saydı:
-Üç yüz elli üç, üç yüz elli dört!..
Anladık ki; biz burayı ziyaret eden 353. ve 354.cü turistler (!) imişiz.
“Turist” diyorum, zira Türk halkı, antik kentleri Türklerin ziyaret edebileceğine olasılık vermiyordu. Nitekim Yunus Efendi:
-Vel iyi kam'dınız. Hellomünalevküm, falan dedi.
Selge hakkında bilgi edinmiş olarak gelmiştik ama kalıntıları günümüze böylesine sağlam kalmış bir antik kentin, böylesine “meçhul” kalmasına akıl erdiremedik. Şehrin surları, agorası, stadyumu, Zeus ve Artemis tapınakları, özellikle tiyatrosu göz alıcıydı. Bol bol saydam (slide-slayt) çektik; ben gazete ve dergilere yazılar yazdım, Bilge bilgi ve görselleri kitabında yayınladı(...)
'Güney deyince, Büyük Menderes'in aşağısı, dolayısıyla Karia (Karya) akla gelir.
Umar üçlüsü (Afşin, Ayla, Bilge) ile biz Ekin, Tülay ve bendeniz, Karia gezilerimiz için bu fakirin Gökova'daki fakirhanesini mesken tutmamız doğaldır.
Ayşe
Ablam, köylü kadını, elinden geldiğince bizi ağırladı, antik kent araştırmalarımız için yolluk hazırlamayı ihmal etmedi.
Bunun karşılığında, herkesin kolayca kazanamayacağı bir ödül aldı.
Umar Hoca, Karia konusunda Türkçe en güvenilir, en geniş ve görsel malzemesi zengin kitabını şu sözlerle Ayşe Ablama ithaf etti:
'Kariallıların hası
Şadan Gökovalı'nın ablası
Ayşe Gökovalı'ya
Nice Karia gezisi konaklamalarında,
Sakar altı yamacındaki kaya mezarlarınım
Hayretten açık kalmış ağızlarına karşı
Bahçesinde ailece tükettiğimiz
Sepetler dolusu lop inciri
Özlemle yâd ederek'
Bilge -bensiz- bir Karia gezisinden, Köyceğiz üzeri dönerken, çıtlık rampası inişinde önüne çıkan ata çarpmış.
Kendisine bir şey olmamış ama at ölmüş. Çevresine toplanan kalabalığa Bilge:
'Şadan Gökovalı'nın bir yakımı veya' onu tanıyan birisi var mı?” diye sormuş.
Çıkmış birkaç tanıyan. Çıtlık halkı, Bilge Umar'ın ünlü bir hukukçu olduğunu bilip söyleyen olunca, ölen atın sahibi Bilge Hoca'dan özür üstüne özür dilemiş...
İtiraf edeyim:
Bilge ile yurt gezilerimizde öğrendiklerimi, hiçbir kaynaktan öğrenmedim.
Sadece ben değil; 'Arkeoloji' bilimini ayakta tutan dört kolondan biri sayılan Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal bir aile yemeğimizde aynen şunları söyledi;
'Şadan Gökovalı’nın bilgisini öteden beri bilirim ama Bilge Hoca'nın ilgisi ve bilinçli bilgisi karşısında hayran kaldım...'
Kendi tanımıyla, 'Alacak nasıl tahsil edilir, borcun üstüne nasıl yatılır' demek olan icra iflas hukukunun Türkiye'de önde gelen uzmanlarından biriydi.
Bilge, İzmir İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi'nin Hukuk Ana Bilimin ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin kurucuları ve ilk hocaları arasında yer aldı.
Onun parlak kariyerleri arasında Basın Yayın Yüksek Okulunun (bugünkü Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi) Müdürlüğü önemli bir yer tutar.
Ben o okulda hayli uzun zamandır, dışarıdan hoca olarak ders veriyordum. Bilge bu okula müdür atanınca beni kadrolu olarak görev yapmam için çağırdı. Doğrusu ya; 1979 yılında Üniversite Doktoru unvan ve yetkisi ile amacım olan “Basın şeref Kartı”nı almıştım.
01 Ağustos 1980 tarihinde o okulda Öğretim Görevlisi ve Müdür Yardımcısı olarak kadroya girdim.
Haydi, övünmek gibi olsun:
O dönemde okutup mezun ettiğimiz öğrenciler arasında Atila Sertel , Ziynet Sertel, Mustafa Balbay, Yılmaz Özdil, Türey Köse, Yücel ve Füsun Arı, Uğur İşven, Erol Özobut, Sedat Kaya , Mehtap Temel, Serap Zeybek Ihlamur, Nadide Şele, Deniz Sipahi, Okşan ve Murat Attila , Nedim Atilla, Huriye Kuruoğlu, Sadık Uçar, Sadık Pala, Cemalettin Cem Özdoğan , Muzaffer Pepeyi Kardüz, Tülay Şubatlı, Tunç Şardağ, Hatice Türk Bülbül ve daha sayılamayacak kadar, şimdi hepsi birer ünlü iletişimci olan gençler vardı.
Sözün özü: Prof. Dr. Bilge Umar; sözün gerçek anlamıyla rafine bir akademisyen, belki de Türkiye'deki en yetkili Luwi dili uzmanı, Arkeologları kıskandıracak kadar çalışkan ve üretken Tarihsel Coğrafya kitapları yazarıdır.
Beynin parmaklarına, parmakların klavye tuşlarına egemen olmayı Sürdürsün benim canın kardeşim, yol arkadaşım Bilge Umar..."