Övgün A. Ercan

Övgün A. Ercan

Yunan bozgununda Türklere olanlar (1)

Artık bu ülkede, ne 19 Mayıs, ne Kamutayın kurulduğu 23 Nisan 1920, ne de Cumhuriyet’in doğduğu 29 Ekim en büyük Cumhuriyet Türkiye’si bayramları olarak kutlanıyor.

Bunun yerine, bizimle ilgisi olmayan, 1,5 milyon Türk yiğidini Arap topraklarında, İngiliz ile Fransızlarla öldüren soysuz Arapların, kendi dinlerinin bayramları 4 ile 10 gün süre ile bu bilimgüder-laik ulusa kutlattırılıyor.

Bunlar yetmezmiş gibi, geçmişini bilmeyenler, kalkmış; yok peygamberin (olmayan) kutlu doğum günü tam da 23 Nisan’da, yok Kandil, o da yetmedi Cuma kutlamaları yapıyorlar.

Hey Türk! Dur, bir düşün!

Nereye doğru sürükleniyorsun? Bir bak!

Sözde, yakıştırmalı bu davranışınla, kime aracılık yapıyorsun?

Bu yaptıkların kime yarıyor? Bir düşün!

İngiliz Lloyd George’un askeri ile siyasi desteğiyle Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarken, Padişah Vahdettin’in fermanıyla Yunan ordusunun İzmir’e girmesi, Camilerden okunan salalarla kutsanmış,

‘Yunan; din-i İslam’ı, ayrıca haydut Kemalden kurtarmak üzere Anadolu’ya geldi. Onlar dostumuzdur, karşı durmayınız, yardımcı olunuz’ buyruğunu vermiştir.

Yunan’da ‘Türkleri uygarlaştırmak üzere İzmir’e çıkıyoruz’ diye uluslararası topluma bildiriyordu.

Yerli Rumlar ile Ermeniler Yunan istilasını coşkuyla kutladılar.

Anadolu’da Yunan ordusunun yüzde 30’u yerli Rumlardan oluşuyordu.

Artık tatillerde Türkler, ana-babaları, yakınlarını ziyaret yerine, kendilerine göre ‘Harika, uygar Yunan Adalarına’ gezmeye gidiyor.

Bunların içinde özünü bilmeyen, ulusal duygudan yoksunlar; mavi-beyaz Yunan bayrakları, Türkleri sözde yenen komutanların anıtları önünde ya da mavibeyaza boyanmış evler önünde güler yüzlerle, cicili giysilerle mutluluk fotoğrafları çektirmiş.

Yurdunu gezmeden, kendi kültür ile tarihini bilmeden Yunan’a hayran olan bu kişiler, bol bol ahtapot, balık yediklerinden, Yunanlıların çok dost, çok uygar olduklarını ballandıra ballandıra anlatıyorlar.

Kimilerinin Yunan hayranlığı, Vahdettin’i bile geçti.

Bu gidenlerin çoğu, o adaların 1912 öncesinde Ege ya da Türk adaları dendiğini, 500 yıldır Türk toprağı olduğunu, oradaki Türklerin soykırımdan geçirildiğini dahi bilmezler.

Onlara göre orası, Ege Adaları değil Yunan Adalarıdır, tıpkı Ege’de hayranı oldukları Rum evleri gibi.

Sanırım, bu özünden utanan, Yunan Adaları gezginlerinin baskın çoğunluğu Cumhuriyet ötkenini-tarihini bile ötesi Türkiye Cumhuriyeti ülküsüne yaşamını adamış derin Atatürk’ü bile bilmezler.

Onlar, Kurtuluş Savaşının sürdüğü, ne Sakarya savaş alanını, ne Polatlı şehitliğini, ne toprağı yiğit kanıyla, kahpe Yunan’ın katlettiği, bacılarımızın kızlarımızın ırzına geçtiği, Afyonkarahisar ile Uşak’ı, ne toplu kıyımların yapıldığı Dumlupınar ile şehitlikleri, ne Bozüyük İnönü Şehitliğini görmemişlerdir. Bilmezler.

Onlar, o uygar dedikleri Yunan’ın Anadolu işgali sırasında Türk halkını nasıl canice öldürdüklerini de, Türk bayrağı üzerine basarak yürüdüklerini bilmezler.

‘Ah Yunan adasında harika bir şarap içtik valla. Hele uzo! Bizim rakıdan da çok güzel hayatım! Harika ülke, harika insanlar valla!’

Sen hiç Kula’da Yanık Ülke şarabını, Denizli de Çal Karası’nı içtin mi?

Bak sana anlatayım, Kurtuluş Savaşında neler oldu?

Yunanların, önceleri makine yuvarları ile dikenli tellerle pekiştirdikleri Afyonkarahisar Türklerce kurtarılmış, Türkler güçlenerek Uşak ovasına doğru yüklenirken, Yunan’ın kaçarak terk ettiği Dumlupınar yanıyordu.

Yunan ordusu çekilmeden önce Dumlupınar’daki bütün evleri ateşe vermişlerdi. Oysa Çobanlar köylü- leri, evleri yakılırken, Türk ordusunca kurtarılan Afyonkarahisar’a kaçabilmişlerdi.

Ancak, Dumlupınar çevresindeki tüm köyler Yunan’ın elindeydi. Yerli Rumlar da Yunan ordusunun yanındaydı. Onlar kaçamadılar, atalarının doğduğu köylerinde yakılarak, süngülenerek öldürüldüler.

O nedenle, Yunan ordusu bozguna uğrayıp çekilirken, yerli Rumları ‘kendi iyilikleri için’ önlerine alıp batıya doğru kaçarken, Türkleri dipçik, süngü, kılıç ile öldürüp, kadınlara tecavüz ediyorlardı.

Dumlupınar’a giren Türk ordusu tümeni, sivil ölü- lerin sayısına şaşırmıştı. Toprağa dökülen susam taneleri gibi çoktular, her yana serpilmiştiler.

Yunanı yakalamak için bir an önce ilerlemesi gereken Türk tümeni hızla toplu gömü için koca çukurlar açıyor, imamlar eşliğinde gömülüyorlardı. Aklını kaçırmış genç bir kadın, çocuğunun cansız bedeninin ba- şında haykırıyordu.

Ölen Yunan erleri için de göreceli sığ büyük gömme çukurları açılıyor, onlar da gömülüyordu.

Ata, her zaman savaşın ön sırasında olmak isterdi. Erler, onun Tanrının koruması altında olduğuna, ona kurşunun bile işlemeyeceğine inanırlardı.

Savaş alanında, Ata, eline dürbünü almış, savaşın çeşitli yerlerde ki durumuna izlerken, birdenbire ağaçlı tepelerin birinde, bir yeşil bayrak parıldadı; küçük bir imam kümesi belirmiş, Türk bayrağı yerine İslam Peygamber’inin zümrüt yeşili bayrağını sallıyordu.

‘Öldür! Öldür! Kâfirlere ölüm! Hıristiyan köpeklere ölüm’

Ata’nın solgun, tozlu yüzü kıpkırmızı oldu. Kurmay başkanına, ‘O tepeye bir birini gönder’ diye bağırdı.

‘Bütün imamlara, biz ölüleri gömesiye kadar, dinlerini saklamalarını söyle. Sonra ellerindeki İslam bayraklarını al. Onlara söyle; biz, İslam için değil, Ay-Yıldızlı Türkiye’nin özgürlüğü için dövüşüyoruz’.

Kurmaylar, savaş alanında ölüler arasından geçiyorlardı. Ata, ‘Acıyı sayılara indirgemek yakışıksızdır. Çünkü o sayılar, çöken evgiller-aileler ya da insandırlar. En azından bir zamanlar insandılar; artık ya ölmüş- ler, huzura kavuşmuşlar ya da kendi kanlarıyla dışkılarının içinde acınacak sakatlar, yaralılar durumunda yardım beklemektedirler.

Kral Constantine’in Büyük Ülküsünün (Megalo İdeası’nın) ya da bizim düşlediğimiz Bağımsız Türkiye’nin uğruna ölen kişiler, hala birer bireydirler, kendi sevdikleri ile nefretleri, ayrıca geride bıraktıkları evgilleriyle insandılar.

(Sürecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar