Kuray: Yeniden doğsam yine devrimci olurdum!

Kuray: Yeniden doğsam yine devrimci olurdum!

“16 Haziran Örgütü” nü kurmakla suçlanan Sarp Kuray ile esareti ve mücadeleyi konuştuk. “Çilekeş dervişler değiliz” diyen Kuray, Türkiye’nin bir karanlığa doğru gittiğini, bu gidişe dur demenin Gezi direnişindeki gibi ortak mücadele ruhuyla gerçekleşeceğini söyledi.

“Türkiye’de ne zorbalık, ne de batakçı gericilik bizim belimizi bükemez” diyerek başladığı tespitini, “Bu tespit yaşanarak, direnerek, büyük kayıplar verilerek tarihe yazılmış sosyal gerçekliğimizdir” diye noktalıyor Kuray. 
Açıklamalarında Gezi direnişinden, 15 Temmuza, OHAL’e, tutuklu siyasilere ve gazetecilere kadar ülkenin temel sorunları üzerine görüşlerini paylaşan Sarp Kuray, devrimcilerin cezaevine atılarak dayanışma ruhunun söndürülemeyeceği gerçeğini bütün topluma gösteriyor.

HAKSIZ BİR HUKUK SİSTEMİNİN HUZURUNDAYIZ

Öncelikle bize davadan bahseder misiniz?

Ben bir davada yargılandım. Benim davamı Türkiye’deki hukukta yapılmış olan muazzam yanlışlıkların temeline oturtmamak lazım. Davanın özellikleri; ortada bir örgüt var,bu örgüt anayasayı ihlal etmek için harekete geçmiş, iddia bu. Sonunda bir tek beni aradan tefrik ediyorlar ve hapishaneye alıyorlar. Örgütün lideri olduğumu söylüyorlar, hem de tek başıma 8 sene içeride tutuyorlar. Esasında müebbet hapis veriyorlar. 1991’den önce olduğu için bu olaylar Özal’ın affına giriyor. O zaman müebbet hükümlüleri 8 sene yatırdılar. Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri de 10 sene yattı.  Bunun enteresan tarafı da bu. Bir adamı içeride tutuyorsunuz, anayasayı ihlal ettiğine dair bir iddia var, diğerlerinin hepsini sokakta dolaştırıyorsunuz. Hatta bunların içerisinde siyasi partilerde görev yapanlar, devlet kurumlarında iş yapanlar oluyor. Buradaki haksızlık bu tarzda tarif edilmelidir. 

DEVRİMCİLER ARASINDAKİ DAYANIŞMA HEP SÜRECEK!

Cezaevi sürecinden bahseder misiniz?

Ben ilk defa cezaevine girmiyorum. 1969’dan beri cezaevlerinde yatarım. F tipi cezaevleri, biz devrimcilerin arasındaki dayanışmayı çok iyi bildikleri için, bizi bundan mahrum bırakmak için kurulmuş yerlerdir. Yani bir yalnızlaştırma, yalıtma politikası üzerine kurulmuş yerlerdir. Eğer F tipi konuşulacaksa, bu temel üzerinden konuşulması gerekir. Bunlar devrimcilerin arasındaki dayanışmanın ne derece güçlü olduğunu tespit edip, buna karşı sistem yapmışlardır. Ama Devrimcilerin arasındaki kolektif gücü kaldırmaya imkân yoktur. Bu 30 senelik deneyimle ortaya çıkmıştır. Ben 8 yılda çok arkadaşımla tanıştım.  Mehmet Çiftçi 30 sene, Tuncay Kurtbaş 28 sene, Nurettin Erenler 25 senedir içeride yatıyor. Bu çocuklar o direniş ruhundan hiç birşey kaybetmemiştirler. Ama hapishanelerin durumu zor. Bunu da kaydetmek lazım. Biz çilekeş dervişler değiliz ama bizim karşımıza zorlu şartları koydukları noktada içinde bulunduğumuz ortamları derviş sabrıyla değerlendirmesini bilen insanlarız. Oraları üretim alanlarına çevirmesini ve azami derecede buralardan istifa etmesini biliriz. Ben bine yakın kitap okudum, bir kaç kitap hazırlığı yaptım. Kazancımız budur. Bizim için içerisi üniversite oluyor. 

BAŞIM HEP DİK!

64 yaşında girdim cezaevine, 72 yaşında çıktım. Cezaevi biraz genç işidir. Bu yaşımıza rağmen dik girdik, dik çıktık. Türkiye’de ne zorbalık, ne batakçı gericilik bizim belimizi bükemez. Bu tespit yaşanarak, direnerek, büyük kayıplar verilerek tarihe yazılmış sosyal gerçekliğimizdir. 

KÜRT – TÜRK BİRLİKTE MÜCADELE ETTİK

Dev-Genç’i kimler, nasıl kurdu? 

Dev-Genç Türkiye’de geleneksel aydın emekçiliğinin ilk defa devleti kurtarma kafasından kopup, düzenle hesaplaşmaya başladığı ki; bu hesaplaşma bu ülkenin emek eksenli sosyalist mücadeleye taşımak için olmuş bir mücadeledir. Dev-Genç sadece Türk gençlerinden kurulu bir örgüt değildir.  Kürtlerle Türklerin şovenizme, emperyalizme, sömürüye, bütün baskılara karşı birlikte mücadele ettikleri bir cephedir Dev-Genç. Kızıldere’de asker subay çocuk da var, Kürt arkadaşlarda var. Dev-Genç’in en güzel ruhu budur. Bizim mücadelemizde Kürt meselesi her zaman temel meselelerden biri olarak var olmuştur. Bunun da hakkını verdiğimizi düşünüyorum.     

HAYIR’IMIZ GİDİŞATI GÖĞÜSLEYECEK

Halk egemenliğinin yok sayılmasının önüne geçebilecek misiz?

Demek ki tarihin tekerrürü bize gösteriyor ki, bir halk egemenliğine karşı tek adam saltanatının tarihin kıyısına çekilmesi yönünde giden bir hareket var. Şimdi bu gidişi durdurmaya çalışıyorlar. Tekrar bir tek adam egemenliği kurmak istiyorlar. Burada Kürdiyle, devrimcisiyle, yurtseveriyle, demokratıyla bütün bu sistemde çaresiz düşmüş insanlarla bunu göğüslememiz gerekir. Günün temel görevi budur. Bu tarihin gidişine terstir. Bizim şuanda Türkiye’nin en yakıcı problemi olarak bu terse gidişatı durdurma konusunda bir tavrımız var. Hayır deyişimizin altında bu var. Bu duruşu hepimizin yapması lazım. 

BU KARANLIK EBEDİ OLMAYACAK

Yeni Anayasayla rejimi değiştirmek istediklerini çok açık bir şekilde görüyoruz. Başarılı olacaklar mı?

Türkiye de bütün geleneksel birikimleri yok etme noktasında hareketlenmiş vaziyetteler. Ben buna toplumun genetiğiyle oynuyorlar diyorum. Bizim birikimler olarak tasvip ettiğimiz bütün o geleneksel çizgiyi değiştirip, Doğu gericiliği temelinde bir rejim yapmak istiyorlar. Ama başarılı olmazlar. Anayasadan evet oyu çıksa bile hiçbir şey olmaz. Türkiye’nin aydınlık birikimi, solun birikimi iki referandumla kaldırılacak durumda değildir. Türkiye asla bu karanlığa gitmeyecektir. Ben bu dönemi ara dönem olarak görüyorum. Bu toplumun üzerine oturtmaya çalışılan karanlığın ebedi olmasına imkân yoktur. 

ASGARİ MÜŞTEREKTE BİRLEŞMELİYİZ 

Darbeler bahane edilerek medya organlarını kapattılar. Muhalif sese baskı yapıldı ve yüzlerce gazeteci tutuklandı. Bu konuda yapılması gereken nedir? Siz binleri arkanızda sürüklemiş bir insansınız. Bugün umutlar kırılıyor. Siz gençlere, ulusalcılara, sosyalistlere, Kemalistlere, bu ülkeyi sevenlere nasıl bir yol gösteriyorsunuz?

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu iyi tahlil etmek gerekir. Türkiye’nin tarihsel gelişiminin geriye doğru götürüldüğünü anladığımız anda, bir toplanma yerinde toplanmamız gerekir. Yani bu geri gidişe karşı artık buna barikat mı diyeceksiniz, cephe mi diyeceksiniz ne isim takarsanız takın bir yerde toplanmak gerekir. O toplanma yerinin bu geriye gidişi durduracak nitelikte olması gerekir. Asgari müştereklerde her zaman anlaşabiliriz. 

Nedir bu asgari müşterekler?

Türkiye’nin aydınlık yüzü ve karanlık yüzü vardır. Komineye kadar dayanan yani İbni Haldun’un bedevi ve hadari diye tasvip ettiği bir gelişim vardır. Bedevi ümran dediği arkası komineye bağlı bir birikimdir. Hadari ümran da yerleşik bir toplumdur aslında. Bunların tarih içinde doğru takip edilerek zincir halkalarının birbirine bağlanması gerekir. Türkiye’nin aydınlık yüzünün zincirinin halkalarını birbirine takarak, karanlık yüzünü de zincirin halkalarına koyarak bugüne getirmeleri lazım. Bütün bu birikimlerin bir hesaplaşması oluyor. Bu hesaplaşmada birlikte tavır alalım diyoruz. Asgari müşterek dediğimiz budur. Türkiye’nin aydınlık birikimlerine sahip çıkalım.

GEZİ, HİÇ KİMSEYE AMBARGO KOYMADI

Gezi direnişini neden sürekli pişirip pişirip Kürtlerin şuan ki olaylarıyla bağdaştırıyorlar. Kürtlere sürekli neden destek verilmediği eksikliği üzerinden cephe alınmasını nasıl görüyorsunuz?

Gezi 250 senelik modernleşme ve özgürlük hareketi içinde, yaşam tarzlarını savunan insanların, gençlerin bir isyanıdır. Bu isyanın en güzel tarafı gezi direnişi hiç kimseye bir ambargo koymamıştır. Kendilerine antikapitalist Müslümanlar diyen insanlardan başlamak kaydıyla, solcusu, demokratı, yurtseveri, MHP’nin tabanından hatta AKP’nin tabanından insanlar, Kürtler, Türkler flamalarıyla buraya katılmıştır. Gezinin bugünkü toplanma yeri dediğimiz yere örnek olması gerekiyor. Gezi hem yaşam tarzlarını savunarak, Doğu gericiliğinin attığı bütün adımlara karşı kendilerini savunmuşlardır hem de bu savunmayı bir grubun darlaştırılmış sınırları içerisinde yapmamışlardır. Herkese açık olmuştur. Kürtlerin baştan bazı çekincelerinin olduğunu gördüm ama Kürtlerinde bu direnişe katıldığını biliyorum. Taksim’in tekrar alındığı gece Esenyurt, Bağcılar, Gazi’den on binlerce Kürdün Taksim’e doğru koştuğunu ve Taksim’deki yoldaşlarını karşı devrime teslim etmemek için hareketlendiğini gördüm ve bu konuda ciddi öz eleştirilerde okudum. 

KÜRTLER TÜRKİYE’NİN AYDINLIK YÜZÜNÜ TEMSİL EDER

Şimdi biz bardağın dolu kısımlarıyla uğraşalım, bardağın boş kısımlarını birbirimize tekrarlamaya gerek yok. Biz Kürt hareketini, Kürt hareketinin niteliklerini iyi biliriz. Onların birikimlerinin içinde Gezi’nin değerli bir yer tuttuğunu biliriz. Bu son derece aydın bir harekettir. Biz girdin mi - girmedin mi ile uğraşmak yerine bu Gezi isyanındaki beraberliğin bir model, bir felsefe olarak bugün tekrar bir toplanma felsefesine uygun düşürülmesi gerektiğini söylüyoruz. Kürtler böyle bir direnişe girecek nitelikte insanlardır. Türkiye’nin karanlığa gitmesini istemezler. Kürtler bütün tarihi birikimleriyle beraber Türkiye’nin aydınlık yüzünü temsil ederler. O anlamda Gezi’deki varlıkları da bellidir. O varlık sancılı olmuştur veya olmamıştır onun üzerine spekülasyon yapmak bana düşmez. 
AKP’nin ilk döneminde liberallerle ittifak yaptığını, ikinci dönemde muhafazakâr İslam (Gülencilerle) ile stratejik ittifak ve Kürtlerle taktiksel ittifak yaptığını, üçüncü dönemde muhafazakâr milliyetçiler (MHP) ile stratejik ittifak, CHP ile taktiksel ittifak yaptığını söyleyebilir miyiz? Peki, şimdi dördüncü dönemde AKP nereye gidiyor? Neo faşizm mi, öze dönüş mü?
Biz bu ittifakların hiçbirinin yanında yer almadık. Maalesef demokratik toplum projesi takti bir adım olarak değerlendirilmiştir partinin içerisinde. Bizden önce arkadaşların bu konuda değerlendirme yapması gerekir. Ortak vatanda eşit ve özgür yurttaşlık temelinde, birlikte yaşamamızın tarihi arka planıyla beraber taktik ve stratejik adımların altı çizilmiştir. Buna taktik denilmiştir ve bir ray değiştirilmiş AKP ile birlikte olunmuştur. Biz bu taktik manevralarının hiçbirinin içinde olmadık. Ne sol liberallerle, ne muhafazakârlarla, ne AKP’yle bir çıkış aradık. Biz Kürt meselesinin demokratik toplum projesi çerçevesinde birlikte mücadele edeceğini düşündük. Bizim değerlendirmemiz ve davranışımız ortada. AKP ile yapılan taktik veya strateji adı her neyse bu hangi kafayla yapılmıştır. Bunların bir hesaplaşması yapılacaksa bizim üzerimizden değil, bunu yapan inşaların üzerinden yapılmasını daha uygun bulurum.

15 TEMMUZ YAŞATILAN FAŞİZMİN KARŞILIĞIDIR

15 Temmuz kalkışması hakkında neler söyleyeceksiniz?

Bu 40-50 senelik bir meseledir. Türkiye’de 1962 yılından itibaren ordunun içinde tasfiyeler yapılmıştır. 1946’da ABD, NATO bu ülkenin şah damarına oturduğu andan itibaren, kendisine karşı çıkma potansiyeline sahip kişileri gördüğünde tasfiyeye uğratmıştır. Ordudaki tasfiye bugünün meselesi değildir, geçmişi olan bir meseledir. Bu darbe Amerikan planıdır. Bu 2002’den sonra daha planlı ve daha yoğun bir hale getirilmiştir. Sonuçta bir felaketle karşılaştılar. Bu devletin ve işbirliği yaptığı güçlerin bir planıydı. Devletin müsaadesi olmadan bu kadar subayın, bu kadar kritik noktalara getirilmesine imkân yoktur. Bunlara yol verilerek devletin bütün kurumlarına oturtturulmuştur. Bunun Türkiye’ye getirdiği bedel 15 Temmuz’dur. 

SOKAKTA KONUŞULANI DEVLET BİLMEZ Mİ?

Bu darbe önlenebilir miydi?

Bunun önlenebileceğini düşünüyorum. Fettullah Gülen’in çetesinin buraya yerleştirdiğine dair uyarılar oldu. Fettullah Gülen çetesinin orduda yavaş yavaş egemen bir hale geldiğini ben sokakta duydum. Bunu devletin bilmemesine imkân yok. Bu yüzden 15 Temmuz gecesinin iyi tahlil edilmesi gerekir.

Sandıktan HAYIR çıkması durumunda bizi neler bekliyor? 

Referandumdan hayır çıkmasından sonraki duruma egemenler cevap veremiyorlar. Herkesin kafasında bu ciddi bir sorundur. Bizim öncelikle bu dayatılmış olayı göğüslememiz gerekir. Ondan sonrası tabi ki bu hayır meselesi egemenlerin, beylerin bir spekülasyon alanına girecektir. Buna karşı da mücadeleyi devam ettirmek lazım.

TEHLİKENİN FARKINA VARMALIYIZ

Bundan sonra mücadeleniz nasıl olacak?

Eski sistem örgütlenme yapmayacağım. Eskiden bir sürü örgüt kurmuş adamım. Onların yararı olmadı diyorum. Ben birikimler konusunda ulu orta konuşacak adam değilim ama bizim düşündüğümüz anlamda bir işlerlik olmadı. Demek ki bunu bir kere geride bırakmış olacağız. Bundan sonra var olan tehlikeyi doğru tasvip edeceğiz, asgari müştereklerde birleşeceğiz ve o asgari müştereklerle bir barikat mı cephe mi adına ne koyarsanız koyun onu yapacağız. Bunun yapılmasını zorunlu görüyorum.  

CEPHEYİ DAĞITMAMAK GEREK

Kıl tüy üzerinden münakaşa yapılarak dönemin görevi iyi kavranmadığı takdirde, başarılı olunmaz. Cepheyi dağıtmamak lazım. Hangi partiye ne görev düşüyorsa gezi, ruhuyla yerine getirmesi gerekiyor. Yurtseverleri, demokratları ve bu sistem karşısında çaresizliğe düşmüş bütün yurttaşlarımızı bir toplanma yerinde toplanarak hayır blokunu köklü bir şekilde hayata geçirecek.  Politikacılar da adam olacaklar ve bu birikimi tekrar bu ülkede sağlamanın yolunu arayacaklar. Türkiye’nin bir karanlığa doğru gittiğine karar verecekler ve gezi olayını da kendine örnek alarak birlikte olmanın ihtiyacını hissedecekler.
Türkiye bir saldırı altındadır. Bu saldırıya karşı yan yan gelmemiz gerekiyor ve hayır dememiz gerekiyor. Sokağa çıkmak yeterli değil. Ev ev dolaşarak, fabrika fabrika dolaşarak halkın ayağına kadar gidip bu işi anlatmak lazım. Türkiye bir kişiye teslim edilmeyecek bir ülkedir. 

BİR DAHA YAŞASAM YİNE DEVRİMCİ OLURDUM

Tüm bu yaşadıklarınızdan sonra çektiğiniz sıkıntılara değdi mi ve dünyaya tekrardan gelseydiniz duruşunuz nasıl olurdu?  

Che’nin güzel bir lafı var “belki fazla bir şey yapamadık ama bu egemenlere de hiç teslim olmadık. O bile yeter” bu anlamda yaşadıklarıma değdi diyorum. Yaptığımız işler tartışmaya açıktır. Ama egemenlere asla teslim olmamışızdır. Bu gelecek kuşaklara örnektir. Bir daha yaşasam hep devrimci olurdum.

Röportaj: Çetin Yılmaz / Dilan Erdemir