Zavallı Ahmet!

Başlığı düşündüğüm sıralarda aklıma, Saffet Nezihi’nin ünlü ‘Zavallı Necdet’ adlı romanı geldi. Tefrika edildiği, sonra kitap olarak yayınlandığı 1920-21 yıllarında, okuma -yazma bilen Osmanlı tebaasını gözyaşlarına gark eden ‘Zavallı Necdet’ adlı romanı ortaokul sıralarındayken okudum. Şimdi doğal olarak ayrıntılarını hatırlamıyorum ama okuduğum sıralarda, umutsuz bir aşk uğruna acı çeken Necdet’in çelişkilerle dolu ruh hâlini benim de derin bir hüzün ve elemle algıladığımı anımsıyorum.

Konu ettiğim ‘Zavallı Ahmet’, Davutoğlu Ahmet Bey’dir. Ona karşı da Saffet Nezihi’nin Necdet Bey’ine duyduğum aynı hüzün ve acı ile dolu olduğum için  duygularımı sizinle paylaşıyorum.

Şu anda Türkiye’ye hâkim olan kadroların ideolojisini oluşturan ortamı iyi bilen bir dostum, Ahmet Bey için şöyle bir tanımlama yaptı: “Ahmet Bey bir projedir. Daha çok küçük yaşlarda zekâsı, çalışkanlığı ile akranları arasında parıldayan ‘Küçük Ahmet’i, geleceğe hazırlamak için bir proje yapıldı. Bu proje gereği kendisini, doğal olarak gitmesi gereken İmam Hatip Okulu’na değil, Almanca’yı ve İngilizce’yi temelden öğreneceği İstanbul Erkek Lisesi’ne gönderdiler. Ama orada iken bile, okulun laik, cumhuriyetçi ikliminden etkilenmemesi için gerekli önlemleri aldılar. Bu önlemler sayesinde Küçük Ahmet, Atatürk büstünün önünden her geçtiğinde yere tükürmeyi adet haline getirdi”.

Ben bu anlatılanların doğru olup olmadığını bilmiyorum. Ama bu proje teorisi doğru ise, tasarlayanların başarısına şapka çıkarmamak elde değil.

Küçük Ahmet’i bir gün bu ülkenin başbakanı yapmak projesi, ilkokul öğretmeninin verdiği, müsameredeki rolünden başlayarak, aşama aşama gerçekleşti. Önce akademik kariyerde üniversite hocalığına yükselme; sonra başbakanlık danışmanlığı, daha sonra dışişleri bakanlığına kadar getirdi. En sonunda da bütün rüyalar gerçek oldu; ‘’Küçük Ahmet’’ Başbakan oldu.

İşte tam burada Ahmet Bey’in dramı da başladı. Aradan çok zaman geçmişti. Artık ‘’sen Başbakansın’’ denilen kişi Başbakan olamıyordu. Tarih ikinci kez tekerrür ediyordu. Birincisinde Müzeyyen öğretmen kendisine ‘’Başbakansın’’ demişti. Şimdi de Tayyip Bey aynı şeyi söylüyordu. Yaşanan gerçek ise ikisinin de ‘’oynaması gerekli bir rol’’ olduğu idi.

İyi aktörler böyledir; Kendilerini rollerine kaptırırlarsa gerçekle rolü birbirine karıştırabilirler. Bu belli ki çok yetenekli ufak tefek adam şimdilerde kendisini iyiden iyiye Başbakan sanıyor. Kendisine yakın, beğendiği insanları bürokrasiye atamak istiyor. Köşkteki ‘’üst akıl’’ üstünü çiziyor. Memleket meseleleri ile ilgili görüş belirtmek istiyor. Örneğin Kürt sorunu için , ‘’çözüm süreci yeniden başlayabilir’’ diyor Tayyip Bey, ‘’yok öyle şey! Son adamına kadar yok edeceğiz’’ diyor. Muhalif akademisyenlerin tutuklanması için, ‘’tutuksuz yargılanmalılar’’ diyor, Tayyip Bey, bilmem kimleri kabul ettiği toplantıda lafı oraya getirip, ‘’olur mu öyle şey, suçlular, tutuklanacaklar!’’  diyor. Gene böyle bir yerde Tayyip Bey, ‘’terör örgütünü destekleyenler vatandaşlıktan çıkarılacaktır!’’ diyor. Ahmet Bey, duyulur duyulmaz bir sesle, ‘’öyle bir çalışmamız yok’’ diyor ama kendi hükümetinin Adalet Bakanı, ‘’emirdir, hemen çalışmaya başlıyoruz’’ diyor.

Ahmet Bey’in, Paris’teki İŞİD katliamı sonrası dünya liderlerinin yaptığı protesto yürüyüşü sırasında ön sıraya geçmek için gösterdiği ama ufak-tefek cüssesi nedeni ile bir türlü başaramadığı ön sıraya geçme çabasını izlerken içim parçalanmıştı. Bir kaç gün önce de Diyarbakır’da, onlarca korumasının çevrelediği platformun üstünden, “Ben Diyarbakırlı’yım. Sur’dan ev alacağım. Bana ‘Serok Ahmet’ diyen dillerinize kurban olurum” biçâre nidalarını duyunca, bir insan, bir hekim olarak gene ağlamaklı oldum.

Şimdi ülkemizin muktedirlerinden özellikle rica ediyorum. Ya bu Ahmet Bey’i gerçekten başbakan yapın ya da adamcağızla daha fazla oynamayın.

İnsan dayanamıyor yahu!
 

Önceki ve Sonraki Yazılar