İlişkilerin yazgısını kim belirler?

Kadınlar  yaşadıkları ilişkilerinin yazgısını tayin edebilir mi? İlk bakışta saçma  bir soru gibi görünse de, düşündükçe “acaba mı?” demekten kendimi alıkoyamıyorum. Neden mi? Yanıta geçmeden önce tarihsel sürece kısaca göz atalım.
Mülkiyet kavramının olmadığı ilkel-komünal dönemde kadın istediği erkekten çocuk yapabilir ve bu çocuklar toplumun malı sayılırdı. Anaerkil toplum düzeni hüküm sürmektedir. Kadın, toplumda saygın, yönetici ve belirleyici konumdadır.
Yerleşik düzene geçişle oluşan mülkiyet kavramıyla birlikte, soy sop önem kazanır. Kadının toplumdaki durumu da gerilemeye başlar. Mülkiyetle birlikte sınıflar oluşur. Sınıflar devlet ya da devlet benzeri örgütleri ortaya çıkarır. Devlet aynı zamanda şiddet ve zor aygıtı demektir. Erkek ve erkek gücü önem kazanır. Giderek belirleyici olur. Artık Ataerkil düzene geçmiştir insanlık.
Kadın toplumsal önceliğini, ayrıcalıklarını kaybetmeye ve erkeklerin egemenliğine girmeye başlar. Erkek egemen düzendir bu. Köleci ve feodal toplumlarda kadın da erkeğin bir tür mülkü haline gelir. Kapitalist toplumda kadının üretimde oynadığı rol, derebeylik düzeninin yıkılmasının sağladığı özgürlük tabloyu büyük ölçüde değiştirir. Ancak temel sorun yerinde kalır. Kapitalizm de sınıflı toplumdur çünkü.
Günümüzde kadın-erkek eşitliğinin hala tam olarak sağlanmamış olması çok da ileri gidemediğimizi gösteriyor zaten.
***   Yukarıdaki çok hızlı bir geçişten (özetten) sonra, konumuza günümüzün modern, şehirli, çalışan bireylerden oluşan çiftlerin ilişkileri üzerinden bakalım.  Kadın ilişkisinde istemediği her şeye hayır diyebiliyor mu? Ya da istediği her şeyi ilişkisinden alabiliyor mu? Sözünü ettiğim istekler maddi değil, işin manevi boyutuyla ve ilişkini geleceğiyle ilgili.
Evlilik kimi zaman toplumsal baskılar sonucu oluşan bir durum olsa da, kimi zaman birbirini seven kadın ve erkek ilişkilerini evli olarak sürdürmek isteyebilir. Tüm kadınlar böyle olmamakla birlikte kadın doğası gereği bir erkeğe göre evlilik düzenini daha çok isteyebilir. Gelgelelim, erkeklerin bir kısmı doğası gereği (birlikte olduğu kadını sevse bile) sorumluluk almaktan korkar. Bunun içinde evlilikten kaçabildiği kadar kaçar.
Bu durum tespitinden sonra, ancak şunu söyleyebilirim; “tak sepeti koluna herkes kendi yoluna.” Kimseye zorla bir şey yaptırılamayacağı için, aldırmayın. Tüm sorun evlilik mi? Değil elbette. Hatta sorunların başlangıcı olduğu bile söylenebilir. Evlendin. Hop yeni sorun;  çocuk yapmak. Bu kadın doğasının istekleri de bitmiyor canım! (İyi ki de bitmiyor, yoksa insan soyu nasıl sürüyor sanıyordunuz beyler.)
***
Canlılar benzerini yaratarak ayakta kalır. Simone de  Beauvoir ‘e göre erkek yaşamı varoluşla aşarak yaşamın tekrarını sağlar, oysa kadın aynı şeyi tekrarlayarak değil başka bir geleceğe doğru kendi varlığını aşmayı tasarlar. Bunun sonucunda da kadının varlığının özünde, erkek özlemlerinin doğrulanmasını görürüz. Şimdi çocuk da tek başına yapılmıyor biliyorsunuz. Ama adam bu kez de çocuk istemiyor. Kendilerine göre haklı nedenleri var mıdır bilemem. Ama çocuk istemeyen bazı erkekler şöyle düşünüyormuş;
Kadınlar içgüdüsel olarak doğurmak istermiş (bu doğru). Bu bir kısım “öküzler”  kadınlar tarafından kandırılıp baba yapılıyormuş. Kadınlar sonra bu adamları hayatları boyunca kendilerine bağlıyormuş. (Gözyaşlarımı tutamayacağım.) Boşansalar bile bu kadınlardan kurtulamıyorlarmış. (Çok acıklı!) Bu yüzden de çocuk istemiyorlarmış. Eğer kadın, çocuk istiyor adam istemiyorsa, illa o adamdan çocuk yapılacak diye bir kural yok ki... İki paragraf yukarıdaki sepeti alın yine, taktınız mı kolunuza, tamamdır. Baba olmak için yanıp tutuşan erkekler az da olsa hâlâ var. Yani sorun yalnızca doğurmaksa, çözüm o kadar da zor değil.
Kadının kendisi de doğurmak istemeyebilir. Her kadın doğuracak ya da doğurmalı diye bir şey de yok. Ama bu yaşam kendi tercihi olmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar