Yeni Yıl, Yeni Dönem

         

 

 

            Siyasal Tarihle uğraşanlar, zamanı dönemlere bölmeye, zaman dilimlerini başat etmenlerin belirlediği eğilimlerle, ilişki yapılarına yakıştırdıkları niteliklerle adlandırmaya bayılırlar!   Zamanı dönemlere, on yıllara, yıllara, aylara, günlere, saatlere ve dakikalara bölmek, zamanın aslında akıp giden, kesintisiz bir bütün olduğunu ve durdurulamayacağını her zaman unutmak eğiliminde olan insanoğluna kolaylık sağlamak için yapılıyor olsa gerektir. Bölmeden aklımız almayacaktır bu kadar büyük ve kesintisiz bir devinimi …Tabii bir de zamanı bölmesek, kendimize nasıl bir yer edineceğiz bu kesintisiz akıp giden büyük ırmağın bir kıyısında, köşesinde ?

 

            İki gün sonra, kavrayışımızı kolaylaştırsın diye bir sayı verdiğimiz ve bir yıl olarak adlandırdığımız bir zaman dilimi daha sona erecek… Ve yine bir sayı vererek anacağımız yeni bir zaman diliminin başladığı dakikalarda hepimiz –sanki her şey sil-baştan yeni başlayacakmış gibi- umutlanmaktan başka hiçbir duyguyu kendimize yakıştıramayarak ve “yeni” bir döneme girdiğimizi varsayarak, zaman içinde yuvarlanmaya devam edeceğiz.

 

            Oysa, yaşamımızı biçimlendiren etmenler öyle dakika başı değişmiyor. Nicelik değişimleri birikerek, nitelik değişikliklerini doğuruyor.

 

            Soğuk Savaş’ın 1989’da Berlin Duvarı’nın ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile bittiğini belleyebiliyoruz da, aslında Soğuk Savaş Ertesi Dönemin hemen başlamadığını, arada bir “geçiş dönemi” olduğunu göz ardı ediyoruz.

 

            Anımsayalım : 1990’ın başından beri ABD’nin uluslararası yapı üzerinde oluşturmaya çalıştığı “hegemonya” düzenine “Tek Kutuplu Dünya” adını verdiğimizi ; oysa “tek kutup” kavramının doğaya aykırı olduğunu … ABD’nin Soğuk Savaşın son keskin döneminde Sovyetler karşı Afganistan ve çevresinde kendisinin yarattığı ve silahlandırdığı El Kaide ve Taliban gibi  Radikal İslamcı grupları 12 Eylül 2001’den beri düşman ilan edip (Uluslararası Terörizm) Afganistan ve Irak’a girip en az bir buçuk milyon kişiyi öldürdüğünü ve misli görülmemiş bir tahribat yarattığını…

 

            Yine anımsayalım : ABD’nin bütün gayretine rağmen istediği “hegemonya”yı oluşturamadığını… Çin’in ekonomik büyümesini kesintisiz sürdürüp, uluslar arası ekomomik sistemin en önemli unsurlarından biri haline geldiğini… Rusya’nın ise enerji kaynaklarıyla, ama daha önemlisi yetişmiş insanıyla kısa sürede ayağa kalktığını… Rusya ve Çin arasında başlayıp, Orta Asya devletleri, Hindistan ve İran’ı da içine alacak biçimde büyüyen bir Avrasya işbirliğinin ABD’nin gücünü dengeleyecek duruma geldiğini…

 

            Hatırlayalım : ABD’nin Orta Doğu’yu yeniden biçimleme konusunda da başarısız olduğunu… Arap Baharı’nın başladığı Tunus’ta ve Mısır’da bir türlü istenen sonucu vermediğini ve Suriye’de, Irak’ta –hem de en son yaratılmış olan “canavar” IŞİD’e rağmen- tıkandığını… İran’ın son yılda boyun eğmeden ABD ile nasıl ilişkilerini yeni bir zemine oturtabildiğini… Böylece, hem Suriye’de , hem de Irak ve en önemlisi İran’da iyice çuvallayan AKP politikasının dünyada rezil, Türkiye’de vezir olduğunu…

 

            Bunları anımsayalım ve artık 1990’lardan beri süre gelen bir geçiş döneminin sonuna geldiğimizi,  Soğuk Savaş Ertesi Dönemin belki de yeni bir Soğuk Savaşla süreceğini görelim.

 

            Türkiyemiz bu yeni döneme çok hazırlıksız ve donanımsız giriyor. Saraylarda oturarak ülkeyi yönettiğini zannedenler, yalnızca iktidarlarını sürdürmeyi düşünerek içerdeki ve dışarıdaki büyük sorunlarla ve bunlara eklenecek yenileriyle baş edebilecekler mi ? Akıp giden zaman gösterecek… Biz de belki fark ederiz…      


Önceki ve Sonraki Yazılar