Başkanlık ve aklı başında adamlar

Türkiye’de garip işler oluyor. Bir yandan barıştan söz ederken, öbür yandan demokrasi hızla rafa kaldırılıyor. Bir yandan başkanlık sistemi istenirken, öte yandan Anayasa görüşmelerine “son veriliyor”... Olup biteni kimse anlayamıyor.

Fransa “yarı başkanlık” sistemi ile yönetilen bir ülke. Cumhurbaşkanı iki dereceli serbest  seçimle iş başına geliyor ve en çok iki kere seçilebiliyor.

Cumhurbaşkanlığını tamamlamış olan “eski seçilmiş cumhurbaşkanları”, Anayasa Konseyi'nin doğal üyesi oluyorlar ve yasaları denetliyorlar.

İki meclisli bir demokrasi olan Fransız sisteminde, güçler ayrılığı esas olarak kabul ediliyor ve tam bağımsız bir yargı herkesi kontrol altında tutabilecek bir güce sahip.

Seçilmiş Cumhurbaşkanı, seçim sürecinde vermiş olduğu sözleri tutmakta zaman zaman güçlüklerle karşılaşabiliyor.

Genellikle meclis çoğunluğu Cumhurbaşkanının partisinden olmakla birlikte, senatoda durum değişik olabiliyor. Yasalar iki meclisten geçse bile, Anayasa Komisyonu yasaları yürürlüğe koymayabiliyor ve Anayasaya uygunluğunu istiyor.

Önceki Cumhurbaşkanı N. Sarkozy’nin evi birkaç kere arandı ve halen savcıların kıskacında, daha önce iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış olan Jacques Chirac, cumhurbaşkanlığından önce yapmış olduğu Paris Belediye Başkanlığı sırasındaki yolsuzluklarından ötürü, cumhurbaşkanlığı bittikten sonra cezalandırıldı. Şu sıralarda da Cumhurbaşkanı F. Hollande istediği yasaları çıkartmakta zorlanıyor, örneğin zenginlerden alınmasını istediği %75 oranındaki vergi ile ilgili yasa Anayasaya aykırı bulunduğu için yasalaşamadı.

Türkiye bir barış ortamına girdi, bu kuşkusuz aklı başında olan herkesi sevindiriyor, ancak barışın uygulanması ve kalıcı olması için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan kaçınan bir başbakan ile karşı karşıyayız.

Muhalefetin TBMM ortamındaki karşı duruşundan çekinen başbakan, PKK’yı Meclis çatısı altında siyasi muhatap olarak kabul etmek istemiyor ve demokrasi ile bağdaşmayan tutumları ile sorunu çözmenin yollarını araştırıyor, oysa bulacağı yolların hepsi, yarın karşısına suç olarak çıkacak, çünkü demokratik toplumlarda yasal olmayan hiçbir eylem kabul edilemez. Kendi MİT Müsteşarı'nı savcıların elinden yasa ile alan bir başbakanın, bugün yasal olmayan yollardan çözüm üretmeye çabalamasını anlamak olanaksız.

Barışı Türkiye’ye anlatmak üzere toparlanan “aklı başında adamlar”, eğer gerçekten “aklı başında” olan insanlar ise, bu çabada yer almamaları gerekir, çünkü yarın yasal zeminde sorun olacak olan barış girişimi, onların da başını ister istemez ağrıtacak, başbakanın anti-demokratik uygulamalarının bir parçası olarak hesap vermek durumunda kalacaklar.

Türkiye’de her şey birbirine karışmış durumda. Kimse hiç bir şeyi anlayamıyor!

Gazeteciler, seçilmiş milletvekilleri, yazarlar hapisteler. Pek çoğu hâlâ “tutuklu” düzeyindeler ve yıllardır demir parmaklıkların arkasındalar. Neyle suçlandıkları belli olmayan bir dolu insan yargının “adil” olmasını bekliyor. Başbakanın sesi sedası çıkmıyor. “Hukuk devletiyiz” diyor, “biz karışamayız” diyor. Ancak iş barış meselesine gelince, PKK’lıların ülke dışına çıkışlarında hiçbir savcının hiçbir şey yapamayacağını söyleyen bir hükümet üyesi var, kimsenin barışa karşı çıkamayacağını söyleyen bakan, bu söylemi ile hükümetin hukuk devletine yani yargıya müdahale ettiğini işaret etmiyor mu?

Toplumsal bir sözleşme olan Anayasa’nın hazırlanması için “verdiğim süre doldu” diyebilen bir başbakan, hukuka alenen müdahale etmiyor mu?

Türkiye’nin çivisini iyiden iyiye yerinden çıkartmış olan başbakan, bu işi nasıl toparlar bilmiyorum!

Önceki ve Sonraki Yazılar