Baskı ve Metin Uca ve Tarık Akan

Geçen haftaki yazımda “zulmün adı ne?” diye sormuştum ya, sonrasında bir kez daha farkına vardım ki, tek başına Sivas, ya da şu ya da bu değil, muhalifler için neredeyse her şey zulüm...

Bizim öncülümüz 68’liler; “zulüm sığmaz iken köye şehire, bize mezar oldu kan kızıl dere” demişlerdi hani.

Gördüm, bildim, anladım ki o söz söylendiğinden bugüne, Çorum’dan, K. Maraş’tan, Sivas’tan, Gezi’den, gündelik hayatımıza değin her şeyin adı zulüm olmuş efendim. Sığdırmış bu muhafız/gericiler zulmü, hem köye hem şehre.

Gericilerin yeni aklı şöyle çalışıyor; “biat et rahat et...” yahut “padişahım çok yaşa, e o zaman al para, sen de biraz yaşa...”

Ve doğal olarak bunun tersi de, “biat yoksa hayat ve sanat hakkı yok...” oluyor. Son on yıldır da her zaman buna uygun davrandılar.

Özel tiyatrolara davranışlarından tutun da, bunların gerici uygulama ve akıllarına direnen sanatçıların özel yaşamlarına kadar bu böyle ve her alanda hissedilir bir baskı oluşturdular.

Kimi baskıları, yasaları hiçe sayarak pervasızca yaparlarken, kimilerini, medya patronlarını korkutarak/sindirerek yapıyorlar...

Burada söylemek gerekir ki, Yavuz Bingöl ve gibilerini de “havuç” göstererek “ıslah” ediyorlar. (Tabii belediyelerin gösterdiği “havuç”a aldanarak “ıslah” olmak kimilerine baskı gibi gelmeyebilir, ama konser ve etkinlik vaadi ile ıslah etmek, baskının dik âlâsıdır. Bunu da önümüzdeki günlerde vereceğimiz örneklerle kanıtlayacağız.)

Diğer yandan, deyim yerindeyse direnen her sanatçıyı açlığa mahkûm etmeye çalışıyor yahut itibarsızlaştırma operasyonları ile susturma yoluna gidiyorlar...

(Şimdilerde biraz suskun gibi durmaları, aldıkları göreli yenilgidendir. Böyle giderse eski “şanlı günleri”ne kavuşmaları an meselesidir.)

Peki, direnen sanatçılar yok mu? Elbette var efendim, direnenler teslim olmuşlardan çok daha fazla. Teslim olanlara kızmaktan, direnenleri yazmaya fırsat olmuyor.

Fakat en çok direnenleri yazmalıyız belki de, çünkü bu zulüm sürecinin kahramanları onlardır.

Sözgelimi Metin Uca.

Muhalif duruşu, sergilediği aydın tavrıyla insanların sevgilisi olmuş bir sanatçı, gazeteci, televizyon yıldızıdır.

Sanat aklından yoksun gericilerin medya hâkimiyeti başladığından bu yana işsiz.

Bir televizyon kanalında yaptığı “Passaparola” adlı pek de sevilen bir program, Metin Uca konuklarına, efendilerin hoşuna gitmeyen sorular sorduğu için yayından kaldırıldı. O günden bugüne değin de, hangi projeyle kimin kapısını çalsa, kapılar yüzüne kapanıyor, çünkü korkuyorlar.

Geçenlerde Cumhuriyet Gazetesi’nden Demet Yalçın’la yaptığı bir söyleşide, sorulan bir soruya şöyle yanıt veriyor sevgili Uca: “Son yıllarda çok ciddi acıların yaşandığı alanlardan biri de medyaydı. Bu zorlukları hepimiz bir yerlere savrularak yaşadık. Ben de yaşadım ki ben televizyonun parlak isimlerindendim. Ancak insanların hapse atıldığı, karalanmaya çalışıldığı bir dönemde kendi işsiz kalma öykümü anlatmam ne kadar doğru olurdu. Bunu yapmadım. Yarışma programı yapamaz hale geldim. Bir şeylere kızgın ve kırgınım... Madem ki tarih olacak bir zamanın içinden geçiyoruz, bu da benim tarihe tanıklığım olsun...”

Bir başka soruyu ise şöyle yanıtlıyor: “Başlangıçta, yaptığınız nitelikli işin saatiyle oynanıyor. Birlikte birçok şeyi paylaştığımız dostlarımızın, Ortaçağdaki cüzzamlıymışız gibi telefonlarımıza çıkmamaları beni çok üzdü. Ben bir duruş sergiledim. Bir şeyden korkmuyorum duruşu... Ben, kimin nerden geldiğini bilip kimin yanında durduğunun da farkında olup, yaptığı işlerde soru işaretlerini çoğaltmaya çalışan bir insanım. Zaten yarışma programımda sadece soru soruyordum. Ondan bile ürktüler...”

Evet, ürkerler sevgili Metin Uca. Umudun ve aydınlığın düşmanları, en çok da sorulardan ürkerler.

Çünkü soru soranlar, aydınlık ve açık bir dünyada yaşamaya isteklidirler ve sorulardan korkanların böylesi bir dünya arzuları yoktur.

Onlar, biat ettikleri dünyaları içinde mutlu olabilirler ancak. Bunun için de her tür eleştiriye saldırırlar, dava açarlar, hapse atarlar.

İşte Tarık Akan aleyhine İ. Melih Gökçek ve oğlunun açtıkları dava...

Bülent Arınç; “Ankara’yı parsel parsel sattı” dedi de, sesi soluğu çıkmadı, fakat muhalif bir sanatçı eleştirdi diye, firavun kesildiler.

Nedeni susturmaktır, korkutmaktır, sindirmektir.

Sanatçılar Girişimi dönem sözcüsü Orhan Aydın açıkladı; “Tarık Akan’ın suçunun ortağıyız...”

Evet, Tarık Akan’ın ve muhalif her sanatçının suç ortağıyız ve olmayı sürdüreceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar