Süleyman Karan

Süleyman Karan

Bir onur meselesi olarak itaatsizlik

Demokrasi çeşit çeşit... Onlarca tarifi var, bazıları akla ziyan türden ama öyle... Hemen bir örnekle başlayalım, ‘sandıktan çıkan çoğunluğun yönetimi’. Bu tabii siyaset bilimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan, totaliter zihniyetin bir uydurması, ama unvanı anayasa profesörü olanların bile dilinden düşmeyebiliyor. Zira insan çiğ süt emmiş bir varlık ve kendi ikbali ya da zihnine işlemiş otoriteryen zehir yüzünden böyle abuk sabuk yorumlar yapabiliyor. 

Her çalkantılı siyasi ve ekonomik konjonktürde, politik kültürün büyük dönüşümler yaşadığı, at iziyle it izinin birbirine karıştığı ara dönemlerde, demokrasinin beli kırılır. Ve bu genelde, demokrasi kültürünün içselleştirilemediği ya da bedel ödenmeden demokrasiye geçen toplumlar için geçerlidir. Tanımdan da anlayacağınız üzere, Türkiye tam da böyle bir ülke... Siz bunun üzerine ‘biat’ kültürü genlerine işlemiş bir toplum ve yazılı kültürden nasiplenmemişliği de ekleyin. Şiddete eğilim ve ötekine yönelik nefreti de koyun üzerine...  

Şiddete karşı şeref!

O sebepledir ki, yasama-yürütme-yargı sac ayağında, güçler ayrılığı tartışması bir kısım aydın tarafından yapılırken, pek de ilgilenen olmuyor. Ama şu bir gerçek ki, güçler ayrılığı olmayan bir demokrasi demokrasi değil, olsa olsa parlamentosu olan bir otoriteryen sistemdir en ‘iyimser’ tanımlamayla... Hele ki, iktidarı elinde bulunduranların, devletin şiddet aygıtını seve seve kullanmak, devletin ekonomik olanaklarını hortumlamak ve ‘torba yasalar’la herkesi ‘yasal köleler’ haline getirmek gibi bir niyeti varsa, durum fena... 

Bu sadece bizim yaşadığımız bir demokrasi katliamı değil, binbir zorlukla kazanılmış insan hakları, her zaman iktidarlar tarafından öyle ya da böyle geri alınmaya çalışılmış bu dünyada... Böylesi durumlarda, birileri çıkmış, genelde tek başlarına ve bu insan onuruna aykırı gelişmelere karşı onurlu bir duruş sergilemiş. İşte bu tek tek dik duran insanları görenler de dik durmaya başlayınca, despotların boynu da bükülmeye başlamış. Demokrasi biraz da işte böylesi insanlar sayesinde var, tüm eksiklerine rağmen... Bu direnişe ‘sivil itaatsizlik’ deniyor. Bunu yapanlar genelde ileride iktidarı ele geçirmek gibi bir kaygı gütmüyor, insan hakları ve bildikleri doğrular için bir onur mücadelesi veriyor. 

Mesele doğruluk olursa eğer…

Örnek çok, ben size ‘sivil itaatsizlik’ kavramını ortaya atan Henry Thoreau’yu örnek vereyim... Thoreau, bir zamanların ırkçı-köleci Amerika’sında, kölelik muhalifi harekete dikkat çekmek için ‘kelle vergisi’ ödemeyi reddedip hapse girmişti. Kölelik karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden Ralph Waldo Emerson, ona neden içeriye girdiğini sorduğunda cevabı “Sen ne diye girmedin?” oldu. 

Thoreau, kelle vergisini ödemesini isteyen yerel polisin bu isteğini yerine getirmedi. Üstelik polisin, “Paraya sıkışıksan vergini ben ödeyebilirim” önerisini de geri çevirdi. Thoreau, vergisini ödememesini ‘bir ilke sorunu’ diye açıkladı. O etik ve bir o kadar da politik bir duruş sergiliyordu ve ‘vergi ödeyerek köleci bir devletin işini kolaylaştırmak istemediğini’ belirtti. 

Bazen cezaevinde olmak doğrudur!

Thoreau, cezaevinden çıktıktan sonra eylemlerini ve cezaevine giriş öyküsünü merak eden kasaba halkına konferanslar verdi. Thoreau’nun bu konferanslarda anlattıkları daha sonra ‘Resistance to Civil Government’ başlıklı bir manifestoya dönüştü. Manifestosunda cezaevine girişine neden olan eylemini şu sözlerle açıkladı: “Tek bir namuslu kişi Massachusetts eyaletinde köle kullanmayı bırakarak bu ortaklıktan çekilse, bu nedenle de cezaevine kapatılsa, Amerika'da köleliğin kaldırılmasıyla sonuçlanır bu; çünkü ilk girişimin belirsiz olup olmamasının önemi yoktur. Bir kez iyi yapılan iş sonsuza kadar öyle kalacak demektir. Oysa daha çok bu soru üzerinde laflamayı severiz biz... Her hangi birini haksız yere cezaevine tıkan bir yönetimde, doğru kişinin bulunması gereken yer cezaevidir...”

Tarihteki ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak tarihe geçmesinin sebebi, asında bu makale... Yoksa ahlaki ve değerleri uğruna hayatını ortaya koyan binlerce insan çıkmış ortaya... Çoğunun adını bilmiyoruz, çünkü tarih herkesi not edemiyor. Ama bugün doğru olduğunu bildiği için hayatını ortaya koyan ve bunu bazılarının dediği gibi ‘şartlar olgunlaşmadan olmaz’ gibi bahanelere sığınmadan yapan onurlu insanlar, işte bu mirasa sahip çıkıyor. 

Bir örnek daha vereyim, bu bireysel değil toplu bir eylem: İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerce işgal edilen Danimarka’da, Nazi yönetimi Yahudiler’i sarı yıldız bulunan giysiler giymeye mecbur etti. Danimarka halkı, Yahudiler’e karşı çıkarılan bu yasayı kabullenmedi. Aralarında kralın da bulunduğu hemen herkes, sırtı sarı yıldızlı giysilerle çıktı sokağa. Naziler, hareketin lideri olarak gördükleri Danimarka kralını gözetimleri altında tutabilmek için çok hasta olduğunu açıklayarak, kralı saraya hapsettiler. Ancak Danimarka halkı, ülkenin hemen her yerindeki çiçekçilere gidip krala gönderilmek üzere buketler hazırlattı. Kısa sürede günlük hayat işlemez duruma geldi. Sonuçta, çiçek taşıdıkları için insanları tutuklayamayan Nazi yönetimi, kralın aniden iyileştiğini bildirmek zorunda kaldı. 

Dik duruş çeşit çeşit olur

Sivil itaatsizlik çeşit çeşit ve yaratıcılığa çok açık. Tek başınıza da muhalefet olabilirsiniz, binlerce kişi bir araya gelerek de... Bu insan haklarını hiçe sayan bir yasayı tanımamak da olabilir, bir savaşa karşı çıkmak da... Ya da nepotizm ve kleptokrasinin egemen olduğu bir devlete vergi vermeyi reddederek de... Ve yahut böyle bir devlete organik bağlılık açıklayan ve destek veren firmaların ürünlerini boykot ederek de... Seçin seçebildiğinizi... 

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne uymayan her şeye karşı sivil itaatsizlik bir insan hakkıdır unutmayın. İnsana düşman olana itaatsizlik ise onurdur.

Önceki ve Sonraki Yazılar