Soma katliam mı, kader mi? (2)

Emevîler, saltanat temellerini Cahiliye dönemi kader kavramına oturttukları için, bu müşrik kader kavramını İslam imanının şartları arasına koymuş, buna itraz edenleri ‘ümmetin Mecu-sileri’ olarak damgalamışlardır. Kimse çıkıp sormamıştır: “Siz dururken başka Mecusi ara-mak akla aykırı değil mi?”


Emevîlerin temsil ettiği saltanat dincisi siyasete göre, halifeliği veya (günümüzde olduğu gibi) iktidarı bir biçimde eline geçirenlere, onlar bırakıp gidinceye veya ölecekleri güne kadar itaat Allah’ın emridir.


Emevîlerin Cahiliye’den aktarılmış kader anlayışına o dönemde iki büyük karşı çıkış dikkat çekiyor:


1. Hasan el Basrî’nin teorik karşı çıkışı,

1. İmamı Âzam Ebu Hanîfe’nin eylemli karşı çıkışı.


Hasan el-Basrî (ölm. 110/728), Emevî zorbaları ile onların yandaşı ulema tarafından oluştu-rulan ve İslam akaidine sokulan Kur’an dışı ‘kader’ anlayışına savaş açtı. İnsanın bütün ey-lemlerinden sorumlu tutulması gerektiğini, başa gelenleri Allah’ın takdiri diyerek meşrulaştır-manın dine aykırı olduğunu en gür sesiyle haykırdı. Hasan el-Basrî, Emevîlerin kader kavra-mını kendilerini savunmak üzere yorumlamalarını değerlendirirken aynen şunu söylüyordu:


“Allah’ın düşmanları yalan söylüyorlar.”


İmamı Âzam (ölm. 150/767) ise kudretin insanda vücuda getirilişini (yaratılmasını) Allah’ın fiili olarak, vücuda getirilmiş bu kudretin kullanımını ise insanın fiili olarak görüyordu.


İslam’a, Emevî yandaşı ulemanın soktuğu ‘müşrik kader anlayışı’, esası bakımından Emevî-lere ve benzeri saltanatlara isyanı önlemede bir tür ‘kutsal çare’ idi. O halde bu müşrik kader anlayışına karşı çıkanın ilk işi, zulme isyan olacaktır. İmamı Âzam da bu anlamda bir isyancıdır. Zaten düşmanlarının onu ithamda kullandıkları en önemli suçlamalardan biri de ‘ümmeti isyana teşvik’ suçlamasıdır.


İmamı Âzam, isyanını ilim ve fikirde bizzat, siyasal alanda ise dolaylı desteklerle yerine getirmiştir. Onun, Emevîlere karşı sergilenen tüm isyanları hem fikren hem de maddeten desteklediğini görüyoruz.


Baştan başa zulüm ve sömürü üzerine oturan Emevî yönetimi, yarattığı ve yaşattığı dinsel tasavvurları, aynen günümüz dinciliği gibi, gücünü tahkim için ustalıkla kullandı.


Emevîler, Allah ile aldatmanın bu duygusal noktasını yakaladıktan sonra buna karşı çıkış ifa-de eden fıkhî, felsefî bütün görüşleri din dışı ilan etmek üzere güdümlerindeki sarıklı Allah düşmanlarını meydana sürdüdüler. ‘Din uleması’ denen zulüm aracı bu zebanilerin, en saygın isimleri bile (örneğin, İmamı Âzam’ı) etkisiz kılmadaki şeytanî eylemlerinin nasıl yürütüldü-ğünü ve nasıl etkili olduğunu anlamak için sadece İmamı Âzam’ın hayat ve mücadelesini izle-mek bile yeter. İş o hale getirilmişti ki, Emevînin icraatını tenkit, Allah’ın irade ve kud-retini tenkit gibi algılanıyordu. Emevî yandaşı ulema diyordu ki, “Kederin bizim tarafımız-dan belirlenmiş anlamını inkâr, ümmet içine sonradan sokulmuş bir zındık fikirdir.”


Emevîlerin, şuraya kadar anlattıklarımızla oynadıkları şeytanî oyunun anlamını Mısırlı düşü-nür Ebu Zeyd çözüyor:


“Emevîlerin bütün zulümleri, ‘kaderi inkâr etmeme’ adı altında tanrısal iradeye fatura ediliyordu.” (Ebu Zeyd, el-İtticâhu’l-Aklî fi’t-Tefsir, 20)



Önceki ve Sonraki Yazılar