Kimyasal işler

Bu satırlar yazılırken Suriye’deki kimyasal silah konusu her zamankinden daha karışık ve tehlikeli sonuçlara doğru yol alır haldeydi. İngilizlere ve tabii “Esed”e cepheden karşı olan “bizimkilere” göre, Esad, kendi halkına kıymıştı… Ruslar, bu silahı kimin kullandığının tarafsız biçimde araştırılmasını engelleyenin muhalifler olduğunu iddia ediyordu. BM Genel Sekreteri, Suriye makamlarının uluslararası komisyonun araştırmalarına sınırsız izin verilmesi gerektiğini söylüyordu… Ve Akdeniz’deki ABD Donanması'nın Obama’nın “vur emrine” hazır konuma geldiği haberleri düşüyordu medyaya. Tabii İran’ın sert uyarısı ve protestosu da…


Yine aynı sıralarda Suriye Devlet Televizyonu'nun bir çarpıcı haberi dünyaya yayıldı: Ordu, isyancıların denetimindeki Şam varoşlarında kimyasal silah deposu keşfetmiş ve bölgeyi ablukaya almıştı. Hatta boğulma tehlikesi geçiren askerlerin hastanelik oldukları ve çatışmaların sürdüğü söyleniyordu.


Aslında, tam da BM heyetinin Şam’da olduğu bir sırada Esad’ın halkının üzerine zehirli gazla gitmesi pek akla yakın değildi ama Esad’a her türlü gözü dönmüşlüğü yakıştırmaya hazır olanlar buna inanıyor ve başkalarını da inandırmaya çalışıyordu. Oysa, Suriye’deki İç Savaş’ın başından beri “muhalif” denilen şeriatçı ve haydut takımının her türlü gaddarlığı göstere göstere yaptıkları biliniyordu. Üstelik bu takımın, Körfez ülkelerinin finansmanı ve Türk Hükümeti’nin lojistik desteğiyle silahlandırılıp, eğitildikleri de hiçbir zaman sır olmadı. Ayrıca, Türkiye üzerinden bunlara ulaştırılan silahlar arasında “kimyasalların” bulunduğu da yerli ve yabancı basında yer almıştı.


Gerçek, daha önceki benzer olaylarda olduğu gibi, elbette er veya geç ortaya çıkacaktır. Dünya, günün birinde mutlaka binlerce insana kimin ve ne uğruna kıydığını elbette öğrenecektir.


Dolayısıyla hemen olayın üstüne atlayıp, Esad’a karşı “istekli devletler”in – bu ne demekse- müdahale etmesini isterik bir biçimde savunmak, AKP yetkililerine yakışır mı bilmem ama Türk Dışişleri’ne hiç yakışmamıştır. Olayın aydınlatılması, gerçeğin ortaya dökülmesi elbette gereklidir ama bu uluslararası kurumların, uluslararası hukuka uygun biçimde yapmaları gereken bir iştir.


2002’de, “Uluslararası Hukuka uysa da saldırırım, uymasa da” diye yola koyulan Bush Yönetimi bile, yalan, dolanla da olsa , önce BM Güvenlik Konseyi’nden karar çıkartmıştır. Önce Saddam’ın BM Komisyonu'na izin vermemesi, sonra da Irak’ta “kitle imha silahları var, bölge ve dünya barışını tehdit ediyor” yalanına dünyanın önemli bir bölümünün inanması Irak’a müdahalenin yolunu açmıştır. 2003’ten itibaren yıllarca Irak’ın altını üstüne getiren ve milyona yakın sayıda insanın ölümüne neden olan Bush Yönetimi, bir türlü varlığını iddia ettiği “kitle imha silahları”nı bulamamıştır !


Bu arada, 2002’de biz hükümette görevliyken ve ben Dışişleri Bakanı iken, Bush Yönetimi’nin bu silahların varlığı konusunda bize yalancı şahitlik yaptırmaya çalıştığını da eklemeliyim. Ama bu ayrı bir ilginç öyküdür…


Şimdi, tarihin tekerrür ettirilmesi işine soyunan ve trajediyi komediyle hafifletmek isteyen, iyi ki Obama Yönetimi değil, “değerli yalnızlık” mimarı Dışişleri Bakanımızdır !

Önceki ve Sonraki Yazılar