Kış Uykusu'ndaki Aydın

Bir cumartesi yazısında umutlu şeylerden söz etmek istiyor insan. Memleket siyaseti ise umuda pek yer vermiyor. 'İyi şeyler de oluyor' kabilinden bir söz söylemek içinse siyasete değil sanata bakma zamanı. O yüzden bugünkü Kıvılcım'da bir sinema yazısı var. Ama siyasetten bağımsız olmayan bir sinema yazısı... Zira Nuri Bilge Ceylan, Altın Palmiyeli filminde yine 'aydın'a bakıyor.

'Yine' çünkü Ceylan'ın filmografisinde önemli bir yeri var, narsistik bir aydın tipolojisinin... 1999 yapımı Mayıs Sıkıntısı'ndan beri bu izleğin peşinde Ceylan, üstelik kendisini dışarıda tutmadan... Ceylan, Mayıs Sıkıntısı'nda, kendisinden yola çıkarak uğraşmaya başlamıştı bu tipolojiyle... Film, bir kasabaya film çekmeye gelen aydının öyküsüydü. Ceylan'ın bir önceki filmi, Kasaba'nın çekim öyküsü... Kasabada herkesin başka başka dertleri varken (ağaçlarını kestirmek istemeyen Emin, kasabadan kurtulma peşindeki Saffet, yumurtasını kırdırmama uğraşındaki Ali) onların dünyasıyla değil o dünyadan bir film çıkarmakla ilgilenen yönetmen Muzaffer'di filmde bu tipolojinin yansıması...

Uzak da bir bakıma Mayıs Sıkıntısı'nın devamı gibiydi. Bu kez gemilerde iş bulmak için İstanbul'daki fotoğraf sanatçısı akrabasının (Mahmut) yanına gelen Yusuf üzerinden bakıyordu 'sıradan'la 'aydın'ın arasındaki mesafeye... Karakterlerin isimleri değişse de ortak oyuncular bağlıyordu iki filmi birbirine... Sanki Mayıs Sıkıntısı'nın Saffet'i şehirde iş bulmak üzere yönetmen Muzaffer'in evine gelmişti. Yusuf'un yokluğunda porno izleyen Mahmut'un o odaya girdiğinde alel acele Tarkovski'ye dönmesi, bu tipolojinin sahtekârlığının en sinematografik anlatımlarından biriydi. Ceylan, ele aldığı tipolojinin sevgisizliğini, kinizmini, yapaylığını mükemmel bir anlatımla peliküle aktarmayı başarmıştı Uzak'ta...

İklimler, Ceylan'ın bu kez bu tipolojiye kadın-erkek ilişkileri üzerinden baktığı filmi oldu. Bizzat kendisi ve gerçek hayattaki eşi canlandırdı baş karakterleri... Aynı benmerkezcilik, empati yoksunluğu ve sevgisizliği mahrem ilişkilerin içinden süzüyordu Ceylan bu defa... Üç Maymun, Ceylan filmografisinde 'aydın' izleğiyle ilgilenmediği yegane ayrıksı örnek. Bir Zamanlar Anadolu'daki, bozkırın ortasındaki aydın karakterler ise bu tipolojinin anda var olamayışını, 'orada olamayan adam'lığını tüm çıplaklığıyla sergiliyordu.

***

Bu kez Kış Uykusu'nda, çok daha kapsamlı bir işe girişerek 15 yıldır filmlerinde uğraştığı tipolojinin eksiksiz bir anatomisini çıkarmaya soyunmuş Ceylan. Üstelik hiç yan yollara sapmadan, karakterini adlı adınca Aydın diye isimlendirerek... Kuşkusuz filmdeki aydın tipolojisinin ve diğer tüm karakterlerin epeyce ağırlık taşıyan sosyolojik bir yanı var. Öte yandan bu tipolojiyi salt sosyolojik bir vaka olarak görmek eksik kalır. Ceylan'ın yıllardır portresini çizdiği ve son filminde anatomisini çıkardığı Aydın karakteri basbayağı psikolojik bir vaka.

Adlı adınca; Narsistik Kişilik Bozukluğu (NPD)... Kendisindeki narsistik özelliklerin de farkında olan usta bir yönetmen ve bu açıdan benzer bir usta oyuncunun (Haluk Bilginer) hüneriyle nasıl da mükemmel anlatılmış bu patoloji...

En başta gelen özellik bu yazıda üçüncü kez anacağımız bir kavram, sevgisizlik... “Narsistlerin sevgi yetenekleri gelişmemiştir, narsist sevemez.”* Kış Uykusu'ndaki Aydın da sevgisizdir, ne karısı Nihal'i ne kız kardeşi Necla'yı ne de filmdeki herhangi birini sever. Ötekilerle kurduğu ilişki bir kullanma, yönlendirme, yönetme ilişkisinden ibarettir. Narsist için ötekinin kendinde, kendisine ait bir değeri yoktur. Öteki, narsiste ne kadar yararlıysa o kadar değerlidir. Ona bir özgürlük alanı bırakamaz. Aydın, Nihal'in kendine dair bir uğraşı olmasına izin vermez buna mutlaka müdahale etme gereği duyar.

Kendi dışındakilerin düşüncelerine, duygularına önem veremez. Duygudaşlık kuramaz. Nihal yatağında ağlarken Aydın ona hiç aldırmadan bir diskur çekebilir örneğin. Narsist, başkasından öğrenemez. Tartışmak sadece karşısındakini alt etmek, kendi üstünlüğünü göstererek başkasını küçültmek içindir. Birlikte bir şey inşa etme yeteneği yoktur. Kendi değerini ancak ötekini küçük görerek, aşağılayarak var edebilir. Eleştiriye tahammülsüzdür. Herhangi bir eleştiri karşısında kolaylıkla öfkeye kapılır. Filmi izleyenler, Aydın'ın girdiği çeşitli tartışmalarda patolojinin bu yönünün mükemmel anlatımını bulacak.

Denirki, narsist iş ya da sosyal yaşantısını çocukluğunda özlemini duyduğu mutlu aile gibi kurgular. Herkesin onu çok sevdiği, ilginin ve sevginin merkezinde kendisinin bulunduğu bir mutlu aile... Bu ailede başkalarının duygularına, arzularına, isteklerine pek yer yoktur. Her şeyin odağında narsist çocuk ve onun çocukça istekleri bulunmalıdır. Aslında mesele, çocukluğunda bulamadığı sevgiyi yetişkinlikte başka şekillerde etme arzusudur. İşler istediği gibi gitmediğinde narsisist öfkelenir, oyun bozanlık yapar. Narsist sevginin değil hayranlığın peşindedir, Aydın, Nihal'e kendisine hayran olmadığı için öfkelenir.


***

“Etik, değer ve ülkülerinde hoşgörünün bir karikatürünü çizer, içi boş bir coşku gösterirler. Ama bunun ardında, çıkarlarına uyduğunda kendi değerlerini başkalarınınkilerle değiştirme eğilimi yatar. İlk bakışta etkileyici bilgileri olduğu görüntüsü verirler. Derinden bakıldığında ise, bu bilgilerin yüzeysel olduğu saptanır. Aslında bu kişilerin öğrenme yetileri çok sınırlıdır.” Tam da Kış Uykusu'ndaki Aydın değil mi?

Aynı zamanda tam da bizim aydınımız değil mi? Bu bir köşe yazısı, filmdeki Aydın da yerel bir gazetede köşe yazar. Sadece yazarak ya da yukarıdan konuşarak, birilerini, bir şeyleri değiştirip, dönüştürebileceğini sanma düşüncesi ne kadar da acıklı... Değiştirip, dönüştürmek istediklerimizle gerçek bir diyaloğa girmeden, onların hayatıyla hemhal olmadan, aynı kaderi paylaşmadan, onlardan öğrenmeye çalışmadan, öğretmenlik yapılabileceğini sanmak nasıl da büyük bir yanılgı. Kış Uykusu, yazan, çizen, resim yapan, fotoğraf, film çeken, siyasetle uğraşan herkesi en başta kendisiyle bir hesaplaşmaya çağırıyor.


***

Filme yönelik bir eleştiri, filmde herkesin haklı olması... Oysa ki, filmde herkes haksız! Kocasının parasıyla iyilik melekliğine soyunan Nihal de, hayattan kopuk Necla da, köylü kurnazı İmam Hamdi de, alkolik kasaba bıçkını işsiz madenci İsmail de... Hatta ve hatta öfkeyle taşı atan küçük İlyas da... Çünkü o da büyüyünce polis olmak istiyor, babasını döven polisle özdeşleşerek, güçlüye katılma hayaliyle kuruyor hayatla bağını...

Yine de en haksız Aydın... Vicdan, etik, ilkeye dair tüm böbürlenmelerinin samimiyetsizliğiyle, kibriyle, kendisini en haklı görmesi ve en acıklısı yukarıdan baktıklarına bir şeyler öğretebileceğini sanmasıyla...

Narsisizm çağımızın vebası... O kadar yaygın ki Amerikan Psikiyatri Birliği'nin psikiyatrik sınıflandırma sisteminin yeni versiyonunda NPD'nin bir patoloji olarak sınıflandırılmasından vazgeçilmesi bile tartışıldı. Neyse ki, filmdeki Aydın, başarısız bir narsist... O yüzden zararı yakın çevresiyle sınırlı. Başarılı narsistler ise daha geniş topluluklara zarar veriyor. Üstelik aydın olmaları falan da gerekmiyor. Mesela bir tanesi 12 yıldır bu ülkeyi yönetiyor.

* Yazıda kullanılan NPD ile ilgili alıntılar ve bilgiler ağırlıklı olarak Vamık D.Volkan ve Gabriele Ast'ın Özsevinin Dokusu adlı kitabından... 'Narsist olmayan bir aydın mümkün olabilir mi' sorusunun peşine düşecekler ise başlangıç olarak Paulo Freire'nin ufuk açıcı kitabı Ezilenlerin Pedagojisi'ne bakabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar