Seçim sonuçları, yeni dönem ve yeni muhalefet

Cumhurbaşkanlığı seçimi, siyasal ve toplumsal hayatın akışını belirleyecek seçim maratonunun ikinci etabıydı. İlk etap, 30 Mart'ta geçilmişti. Sırada, erkene alınmadığı takdirde Haziran'da yapılacak final niteliğindeki genel seçimler var.


Cmhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları, maratonun son düzlüğüne nasıl girdiğimiz hakkında önemli işaretler içeriyor. Bunların başında, eski statükonun ihyası anlamına gelen çabaların seçimlerle iktidar olma şansının nerdeyse hiç kalmadığı geliyor. CHP ve MHP'nin öncülük ettiği çatı aday formülünün derin anlamı, eski statükonun post-vesayet şartlarında sürdürülmesiydi. Ekmellettin İhsanoğlu'nun seçim kampanyası, bu hedefi mahcup bir tarzda da olsa savunan motiflerle bezeliydi. Bu cephenin açık hedefi ise, Erdoğan'ın en azından ilk turda seçilmesini engellemekti. Ancak bunda başarılı olamadıkları gibi, topladıkları oylar da, 30 Mart seçimlerindeki toplam oylarının epeyce altında kaldı. Bu hezimetin MHP'ye ciddi bir etkisi olmayabilir, ama CHP'de bir sarsıntı yaratması kaçınılmaz görünüyor. Ulusalcı kanadın bu durumu fırsat bilip CHP'de yeni mevziler kazanmak üzere harekete geçmesi bekleniyordu, onlar da hiç vakit kaybetmeden ilk adımı attılar zaten. Ama asıl sarsıntı bu kanadın hamlelerinden değil, CHP'nin siyasetsizlik veya sıfır toplam üzerine kurulan dengelerinin sürdürülebilir olmaktan çıkması gerçeğiyle hesaplaşma mecburiyetinden yaşanacaktır büyük ihtimalle. Bu hesaplaşmanın partiyi nerelere sürükleyeceğine dair veriler kısa zamanda su yüzüne çıkar.


Erdoğan'ın ilk turda seçilmesinin, kendisi ve AKP açısından önemli bir başarı olduğu şüphesizdir. Ancak aldığı oy oranının, bu başarıyı kendi hedeflerine giden bütün yolları temizleyen büyük bir zafer olarak kutlamasına imkan vermediği de ortada. Hükümet sistemi değişikliğini içeren bir anayasa reformu, bu hedefler arasında özel bir yer tutuyor. Bu sonuçların Erdoğan'ı başkanlık hedefinden vazgeçirmesi beklenemez. Zira mevcut anayasa, cumhurbaşkanına klasik parlamenter sistemlerdekinden çok daha fazla yetkiler vermesine rağmen, bu yetkilerin ülke politikasına icrai müdahalelerde bulunma konusunda fazla imkan tanımıyor. Erdoğan'ın pasif bir cumhurbaşkanlığına razı olmayacağı ise aşikardır. Nitekim kendisi de, arada anayasal sınırları gözeteceğini söylemiş olsa da, bu sınırlara hapsolmak istemediğini, bunun için sistem değişikliğini gündeme getireceğini defalarca belirtti. Ne var ki, bu seçimlerde aldığı oy oranı, elini çok rahatlatacak gibi durmuyor. Gerçi anayasa değişikliği tartışmalarının seyrini, esas olarak genel seçimlerin sonuçları belirleyecektir, fakat şu anki tablo, anayasa değişikliğinin tek başına başkanlık sistemine endekslenmesini zorlaştırıyor.


Cumhurbaşkanlığı seçiminin en çarpıcı sonucunun, Demirtaş'ın yüzde on eşiğini yakalaması olduğu konusunda bir fikir birliği var. Gerçekten de öyle. Bir defa, bu sonuç, HDP fikrinin tuttuğu ve fiiliyata geçme yolunda çok kritik bir kavşağın dönüldüğü anlamına geliyor. Projenin geleceğine dair partinin kuruluş aşamasında dile getirilen kaygı ve şüpheler, 30 Mart seçimlerinde batı illerinde alınan düşük oy oranı dolayısıyla daha da kuvvetlenmişti. Kürt siyasi hareketinin geleneksel tabanı ile Türkiye'nin batısı arasında köprü kurmak ve ikisini aynı söylem ve program etrafında birleştirmek, HDP'nin varoluş şartıydı. 'Türkiyelileşmek' diye adlandırılan bu stratejinin özünü, Kürt hareketinin kendini Kürtlerin haklarını savunmakla sınırlanmaması, Türkiye'de siyasetin ve hayatın her alanında söze ve eyleme ortak olması şeklinde özetleyebiliriz. Öcalan'ın ulus devlet, demokratik cumhuriyet ve Mezopotamya birliği konusundaki yaklaşımları dikkate alındığında, HDP'nin  geçici bir deneme değil, Kürt siyasi hareketi açısından hayati önemi olan kalıcı bir proje olduğu rahatlıkla görülebilir. Demirtaş'ın dili ve duruşu, bu projenin Türkiye siyasetinde güçlü bir alternatif olma yoluna girmesinin adeta formülü niteliğindeydi. Alınan oy miktarı formülün başarısını tescilledi. Oyların coğrafi ve demografik dağılımı da, umutların temelsiz olmadığını gösteriyor. Kürt coğrafyasında oyların, bazı kesimlerin beklentilerinin aksine artmış olması, Batının büyük şehirlerinde alınan oylar ve diğer birçok şehirde verilen destek birlikte değerlendirildiğinde, Türklerle Kürtler arasında örülen tarihsel duvarların siyaseten delindiği söylenebilir.


CHP'nin 30 Mart'tan sonra 10 Ağustos'ta da başarısız olması, bu partinin kitle tabanını oluşturan modern kentli orta sınıflarda umutsuzluk ve karamsarlık duygularının daha fazla yayılmasına neden oldu. Aynı şekilde, hem sistemden mağdur hem de hükümetten rahatsız olan Alevi toplumu içinde, CHP'nin durumundan memnun olmayanların sayısı da bir hayli fazla. Seçim sonuçları, HDP'yi bu iki sosyolojinin nazarında demokratik, çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi seküler bir siyasi alternatif haline getirecek bir potansiyele işaret ediyor.


Bu potansiyelin ne ölçüde etkinleşeceği, HDP'nin bundan sonraki çalışmalarına bağlıdır. Zira bu seçimlerde alınan oy oranı, güçlü bir umudu temellendirmekle beraber, kat edilecek daha çok mesafe olduğunu da hatırlatıyor. Demirtaş'ın aday ve lider olarak gösterdiği başarının; parti politikaları, faaliyetleri ve kadroları üzerinden kalıcı ve sürekli kılınması, bu açıdan en önemli görev olarak duruyor. Önümüzdeki genel seçimlere, Iktidarı dengeleyebilecek ve demokratik yönetim, siyaset ve hayat konusunda tek etkili alternatif olarak girecek olmak, HDP'nin sorumluluğunu artırıyor.

NOT: Mithat Sancar'ın BasHaber Gazetesi'nin 16.sayısında yayınlanan köşe yazısıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar