50 yıllık gazeteci YURT'a konuştu!

50 yıllık gazeteci YURT'a konuştu!

Hayatı boyunca siyaseti ve siyasetçileri takip etmiş Leyla Tavşanoğlu, neredeyse yarım asırlık gazeteci, hala YURT Gazetesi'nde yazılar kaleme alıyor. Hem de aileden gazeteci. Babası Babıali’nin en eski gazetecilerinden, Necip Fazıl'ın da 1961'de çalıştığı, Son Posta gazetesinin sahibi eski milletvekili Selim Ragıp Emeç. Sorularımıza verdiği yanıtlar, Leyla Tavşanoğlu'nun kişisel düşünceleridir.

Röportaj: Sibel KÖKLÜ / YURT

Ağabeyi Çetin Emeç, Hürriyet Gazetesi’nin bir suikastle öldürülen genel yayın yönetmeni. Diğer ağabeyi Aydın Emeç, ‘Şeker Portakalı’, ‘Ağaca Tüneyen Baron’, ‘Boyalı Kuş’ gibi pek çok kitabı Türkçe’ye kazandıran bir çevirmen ve gazeteci…

Emeç ailesinin yalıda başlayan, hapis ve suikastlarla sarsılan bir öyküsü var. ‘Manşet Yalısının Kızı’ kitabında, ailesinin ve bir anlamda Türk basın tarihinin hikâyesini anlatan Leyla Tavşanoğlu ile medya ve siyasetin bugünkü halini konuştuk.

-Neredeyse bir ömür gazetecilik yaptınız, röportajlarınız ve köşe yazılarınızla tanınıyorsunuz, mesleğe nasıl başladınız?

Gazeteciliğe diplomasi ve dış haber muhabiri olarak başladım. Mutfakta, yani yazı işlerinde çok çalıştım. Başlangıcım 1969 yılı Türk Haberler Ajansı oldu. 13 yıl orada çalıştım. Sonra Hürriyet gazetesi dış haberler servisine geçtim. Hayatımın hatasıdır zaten, abim gazetenin genel yayın müdürüydü…

-Tepki mi aldınız?

Eh biraz öyle oldu. Çetin abim beni dokuz ay kadrosuz çalıştırdı. Her sorduğumda “Sırada kadro bekleyen çok insan var” diyordu. Sonra patron Erol Simavi araya girdi, ben kadroya geçtim. Ama Hürriyet macerası fazla uzun sürmedi.

-Sonra Cumhuriyet’e mi geçtiniz?

Hürriyet’ten sonra sekiz ay kadar Güneş gazetesinde çalıştım, Nezih Demirkent zamanında. Sonra olmadı yürümedi. O ara Okay Gönensin beni Cumhuriyet’e çağırdı, haber merkezine geçtim. 2015 yılına kadar da oradaydım. Can Dündar ve ekibi gelince, yeni yönetim benimle çalışmak istemedi.

-Meslekte yüzlerce ilginç anınız vardır ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yaptığınız röportajı sormak istiyorum, neler konuşmuştunuz?

Tayyip Erdoğan 1989 belediye seçimlerinde Beyoğlu İlçe Belediye Başkanlığı’na adaylığını koydu küçük bir farkla kaybetti. Bunun üzerine gitti sonuçlara itiraz etti. İlçe seçim kurulu başkanıyla, hakimle tartıştığı, “Hile yaptın” diye suçladığı söylendi. Hakimin şikayetiyle suçüstü mahkemesinde yargılandı ve yanlış hatırlamıyorsam bir-bir buçuk yıl hapis cezası aldı. Bir daha benzer bir suç işlememek kaydıyla, cezası tecil edildi.  Büyükşehir Belediye başkanlığı sırasında ‘Camiler kışla, minareler süngü’ şiirini okumaktan ceza alınca 1989'da tecil edilen cezası da eklenerek hapise attılar. 4-5 ay yattı.

-Peki nasıl büyükşehire aday oldu?

 Büyükşehir belediye başkanlığı adaylığı için ‘en güçlü aday’ denildi. Karşısında da ANAP’ın adayı İlhan Kesici vardı. O zaman gazete beni söyleşiye gönderdi. Biz biraz kapıştık türban yüzünden.

-Neden, ne oldu?

“Türbana nasıl bakıyorsunuz?” diye sorunca birden öfkelendi. “Sizin ninenizin de başı kapalıydı” dedi bana. Ben de “Hayır değildi” dedim. “Saçlarını ‘ala garson’ kestirmiş, fotoğrafları var. Fransa’da o dönem moda olan küçük şapka gibi bir şey takarmış” dedim. Daha da öfkelendi, gözlerinden şimşekler çaktı. Sonra ben “Niye sinirleniyorsunuz, esas konumuza dönelim” dedim, başka soruya geçtim. Olay öyle kapandı.

-Sonra karşılaştınız mı?

Sonra Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne seçtiler beni. Rahmetli Nail Güreli başkandı. Tayyip Erdoğan da o sıralarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Tabii bizim belediye ile işimiz oluyor, Basın Müzesi’ni de belediyeden kiralıyoruz Cemiyet olarak... Görüşmemiz gerekiyor protokol icabı. Sonra gidip gelmeler, görüşmelerimiz oldu.

-Bugünkü gazeteciliği nasıl görüyorsunuz?

Gazetecilik kalmadı ki… Sanıyorum teknolojinin dünyada tavan yapmasıyla gazetecilik ruhu da öldü. Eskiden haber peşinde koşturulurdu. Bilgisayar, cep telefonu, uluslararası telefon bağlantısı, hiçbir şey yoktu. Daktilo vardı, teleks vardı. Gazete kalıpları kurşun harflerle dökülüyordu. Şimdi teknoloji girince işin içine insani bağlantı koptu. Başka bir hale dönüştü. Haber eskidi. Eskiden haberi alır gazeteden okurduk, şimdi internetten okuyoruz, artı televizyon var. Deniyor ki neden gazete satmıyor? Bence birkaç nedeni var. Birincisi habercilik bitti. Türkiye özeli için söylüyorum, insanlar korkuyor habercilik yapmaya, ciddi bir baskı var. İki teknoloji o kadar gelişti ki, basılı gazeteyi artık insanlar okumuyor, internetten anında takip ediyor veya televizyon seyrediyor. Üçüncüsü de gazete patronlarının gazetecilikten gelmiş olması, gazetecilik reflekslerine sahip olması lazım ama gazeteci patron kalmadı ki. Hepsi işadamı müteahhit vs... Habercilik yapılamıyor sade suya tirit haberler. “Ben niye okuyayım o zaman” diyor insanlar.

-Medyada bugün bir korku iklimi hakim, eskiden hükümetleri etkileyen bir gücü vardı…

Gayet tabi, Allahtan Yurt gibi birkaç gazete var da o korku iklimini yarabiliyor. Medya ile siyaset at başı gidiyor Türkiye’de. Medya çok belirleyemiyor iktidarı. Eskiden hükümetleri düşürüyor veya etkiliyordu. Şimdi hiçbir şey olmuyor, çünkü şimdi artık havuz medyası var ortada. Bakıyorsunuz 10 tane gazete aynı başlıkla çıkıyor. Kendini ‘merkez’ veya ‘ana akım’ medya olarak tanımlayanlar da bir dönem siyaseti belirleme işi yapıp, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Onun için hiç dokunmasınlar bana sorarsanız.

-Medya açısından, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe dönemlerini bugünkü Türkiye ile karşılaştırırsak, neler söylersiniz?

Türkiye tarihinde yaşanmamış günler yaşıyoruz hatırladığım kadarıyla. Tamam Adnan Menderes döneminde de belli bir baskı rejimi vardı ama ben böyle bir şey hatırlamıyorum. Bir iktidar partisi bir cemaatle el ele verip ordusunu tahrip etti. Gazetecileri, yazarları, akademisyenleri içeri atıp çürüttüler. Sonra birbirlerinden kopuyorlar bu sefer tam bir cadı avına çıkıp, ‘o cemaatçi bu değil’ diye herkesi avlamaya kalktılar. Böyle bir şey hiç yaşamadık.

-Şimdi de bir harekat var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Son tahlilde bu hareketin yapılması gerekiyordu fakat geriye dönüp baktığınız zaman, bu hareketin yapılmasını gerektirecek iklimi oluşturan da kendimiziz. Niye bu güne kadar ‘kardeşim Esad’ olan adam birdenbire ‘Esed’ oldu? Niye Arap Baharı’nın peşine takıldık acaba? Şimdi olay çok net ortaya çıkıyor bana göre, Amerika ve Rusya anlaşıp, Şii kalkanına karşı İran’ı devre dışı bırakmaya çalışıyorlar.

-Bu operasyonlarla 2019 seçimlerine giderken, AKP oylarını artıracak mı?

Ben öyle düşünüyorum. Tabii 2019’a daha çok uzun bir zaman var. Türkiye’de her şey çok hızlı geliştiği için bir yol kazasına uğramadıkları takdirde, AKP bir genel seçimde birkaç puan oy artırarak seçilir tek başına. Tayyip Erdoğan da yüzde 51’in üzerine çıkar. Şu anki görüntü o. Çünkü ‘Afrin fatihi’ oldu. Savaş politikalarının etkisi görülecek, gerçekçi olmak lazım. Çünkü bu tür söylemler politikalar hakta yansımasını buluyor. Sıradan vatandaş seviyor bunu.

-Referandumda ‘hayır’ oyu veren kesimden de oy alabilir mi?

Onu pek sanmıyorum ama MHP, BBP, Saadet hatta bir kısım HDP’liden bile oy alabilir.

-Yakın dönemde Türkiye’de bir iktidar değişikliği görünmüyor yani?

Hiç görünmüyor. Kimileri diyor ki, “Abdullah Gül liderliğinde AKP içinde bir fraksiyon kopabilir, başka bir parti kurabilir”… Ben doğrusu buna ihtimal vermiyorum çünkü Abdullah Gül’ün kişiliğini biliyorum. O sağlamcıdır, kendini maceraya atmaz.

-‘Türkiye ve Ortadoğu’yu kadınlar yönetse dünya çok başka olur’ veya ‘Tansu Çiller ve Meral Akşener’i gördük hiç bir değişiklik olmadı’ bu dü- şüncelerden hangisine katılırsınız?

Toptancı davranmamak lazım diye düşü- nüyorum. Meral’in de, Tansu’nun da politika yapma yöntemi erkeksiydi. Kadınca politika yapmadılar, isteseler yaparlardı. Belli kalıpların dışına çıkmadılar. Kadın yumuşaklığı ve dürüstlüğüyle politika yapmış olsalardı çok farklı olabilirdi.

Kadınlar doğru politikalarla dünyayı yö-netse başka bir dünya mümkün. Ama Türkiye’de o anlamda bir kast sistemi var erkeklerin kurduğu.

Kadınlara geçit vermiyorlar. Ya da liyakatli bulmadıkları kadınları getiriyorlar ki kendilerine rakip olmasın.

“BEN KATHARINE GRAHAM’ı BÜYÜK BİR HAYRANLIKLA İZLERDİM”

Son günlerde medya çevrelerinde çok tartışılan bir film var, ‘The Post’. Filmde anlatılan, baskılara rağ-men gazetecilikten vazgeçmeyen Washington Post’un efsane basın patroniçesi ile tanışıyorsunuz, değil mi?

Katharine Graham’ı büyük bir hayranlıkla izlerdim ama tanışacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. 1990 yılında bir gün ABD Konsolosluğunun basın uzmanı Bertan Saraçoğlu telefon etti ve “Washington Post’un patroniçesi Katharine Graham, bütün dünyada yönetim kademesinde görev yapan kadın gazeteciler için bir vakıf kurdu. Women’s Media Foundation (WMF), Türkçesi ile ‘Kadın Medyası Vakfı’nın tanıtım resepsiyonu için Türkiye’den seni davet etmek istiyor” dedi. Gitmez miyim? Hem de efsane basın patroniçesi Katharine Graham ile tanışma fırsatı yakalamışken... Çaylak gazetecilik dönemlerimde Türk Haberler Ajansı’nın Dış Haberler Servisi’nde çalışırken, Graham yönetimindeki Washington Post’un Başkan Nixon’ı alaşağı eden Watergate skandalını patlatmasını adım adım izlemişken... Gittik Washington’a, çok güzel bir gezi olduk. Tanışıp konuştuk. Çok hoş bir kadındı. 40’lı yaşlarda, dört çocuklu bir ev kadı- nıyken, kocası intihar edince gazetenin başına geçmek zorunda kalmış. Tabii gazetenin asıl sahibi babası ama kadının hiç çalışma hayatı olmamış. Çok güçlü bir kişilikti. 2001’de öldü, enteresandır 2015’de oğullarından biri aynı kocası gibi intihar etti.

Türk basın tarihine damgasını vuran Emeç ailesinin ilk defa yayınlanan fotoğrafları