İç güvenlik yasası ve kötülüğün sıradanlaşması

Naziler 1933’te iktidara geldiklerinde, yürürlükte 1919 yılında Alman monarşisinin yerine ilan edilen Cumhuriyet anayasası vardı.

Naziler, Weimar kentinde hazırlandığı için “Weimar Anayasası” olarak da bilinen bu anayasayı, yeni bir rejim kurmalarına rağmen yürürlükten hiç kaldırmadılar; yani kendi rejimlerinin anayasasını ilan etmediler.

Ancak anayasanın öyle bir 48. maddesi bulunuyordu ki, bizzat bu maddeye dayanarak anayasayı askıya almak mümkündü.

Bu maddeye göre devletin bekasının tehlikeye düştüğü ve kamu düzeninin bozulduğu durumlarda anayasa, yani temel hak ve özgürlükler bir süreliğine askıya alınabiliyordu.

Nazi rejimi, sonradan bir Nazi komplosu olduğu anlaşılacak olan Alman Parlamento Binası’nın (Reichstag) yakılmasını gerekçe göstererek tam da bunu yaptı ve sonrasında Hitler’in ağzından çıkan her emir kanun haline dönüştürüldü.

Demek ki faşizmin illa ki yeni bir anayasa yapması gerekmiyordu ama temel hak ve özgürlüklerin yer aldığı ana metni, yani anayasayı askıya alması şarttı.

***

Türkiye’de yeni rejim henüz kendi anayasasını yazabilmiş değil; 1982 Anayasası da zaten anayasanın yine anayasaya dayanarak bütünüyle askıya alınmasına cevaz vermiyor.

Ancak 2015 Türkiye’sinde kim anayasanın fiilen askıda olmadığını iddia edebilir ki?

Laiklikten tarafsız cumhurbaşkanlığına, ifade özgürlüğünden seyahat özgürlüğüne, hangi anayasa?

İşte şimdi fiilen askıda olan anayasaya bir de neredeyse bütün hükümleri anayasaya aykırı olan bir “iç güvenlik yasası” ekleniyor.

Rejim, kurmakta olduğu parti-devletinin güvenliğini anayasayı resmen ortadan kaldırarak değil ama onu hükümsüz kılacak bir kanuni düzenleme yaparak sağlamayı hedefliyor.

***

İşte bu yasa bütün çağrılara kulak tıkanıp Salı gecesi Meclis gündemine getirildiğinde iktidarın yaptığı ilk iş Meclis muhalefetinin direncini kırmak için şiddete başvurmak oldu.

Meclis kürsüsündeki tokmağın da kullanıldığı saldırıda CHP’li ve HDP’li vekiller dövüldü. İktidar partisinin vekilleri ise hem “milli irade” zırvalarıyla yaptıklarının arkasında durdular hem de dayak yiyen vekillerle sosyal medyadaki hesaplarından dalga geçtiler.

Adı zaten tüm toplumla dalga geçmek için “Özgürlükleri Koruma Paketi” olarak değiştirilen bu yasa tasarısının Meclis’e getirilme biçimi dahi, yasalaşması halinde başımıza gelecekleri göstermiş oldu.

***

Meclis’te muhalefet vekillerinin saldırı altında olduğu saatlerde, hepimiz hala Özgecan Aslan’ın katledilmesini konuşuyorken, bir ölüm haberi de İstanbul’dan geldi.

Gazeteci arkadaşımız Nuh Köklü, Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynarken, evet kartopu oynarken, dükkânının camına kartopu geldiği gerekçesiyle bir esnaf tarafından bıçaklanarak öldürüldü. 

En acısı ise Nuh Köklü’nün kendisini öldüren esnaf gibi yüzlerce esnafı işsiz güçsüz bırakacak AVM yapımına karşı direnen Yeldeğirmeni Dayanışması’nın bir parçası olmasıydı.

Meclis’te, “kamu düzeni”nin sağlanması adına İç Güvenlik Yasası görüşülüyor ama ülkede kadınlar kaçırılıp tecavüze uğruyor, erkekler bıçaklanarak öldürülüyordu.

***

Faşizmin ne olduğuyla ilgili sayısız şey söylenebilir elbette ama en etkileyici olanlardan biri Alman Filozof Hannah Arendt’in kullandığı “kötülüğün sıradanlaşması” tabiridir.

Faşizmde kötülük hem radikalleşir hem sıradanlaşır. Ali İsmail’in, Berkin’in, Özgecan’ın, Nuh’un öldürülmesi radikal kötülüğün sıradanlaşmasıdır.

Artık mücadele ettiğimiz şey, radikal ve saf kötülüktür, radikal ve saf kötülüğü sıradanlaşmasıdır. Türkiye bugün düne göre çok daha fazla 1933 Almanya’sıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar