Süleyman Karan

Süleyman Karan

Kasabamızın 'en yerli' ruh hali

YENİ bir AKP hükümetiyle, büyük olasılıkla dört yıl
daha yönetilmek üzere olan bir ülkede, seçim sonuçlarını
artık hazmetmek, bir ölçüde de olsa analiz
etmek gerekli sanırım. Hemen belirtelim ki, Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın raporunda yer aldığı
gibi, demokratik bir ortamda ve eşit şartlarda yapılmış
bir seçim değildi, bunu bilmeyen yok, kabul
etmeyen ise tabii ki zafer sarhoşluğu içinde olan kazananlar...
Yalnız şunu belirtmekte fayda var sanırım,
öyle toplam oyun yüzde 8’ini, 10’unu çalmak
mümkün değil. En azından dört seçimdir, sandık
müşahidi ve bina sorumlusu olarak edindiğim izlenim
bu yönde... Belki birkaç puanlık bir oynama olmuştur,
ama o da sonuçları çok ciddi biçimde etkileyecek
bir oran değil, tabii bu sadece bir ihtimal!
Yani ekonomideki durgunluk, ülkenin bir bölümünde
adı konmamış bir savaş, sınırlarda maceraperest
savaş politikaları, toplumda farklı düzlemlerde
kutuplaşma, antidemokratik uygulamalar, çağdışı
bir eğitim sistemini dayatmalara rağmen ve buna
13 yıllık iktidar yıpranmasını da ekleyin, AKP şaşırtıcı
bir sonuçla çıktı sandıktan...
Herkes için bu soruya bir yanıt bulmak önemli,
hataları gözden geçirmek de gerek tabii ki...
Ve bu sadece AKP’ye yöneltilen din tacirliği,
otoriter yönetim, polis devleti, ‘makarna-kömür’ sadaka
sistemi, demagojiyle açıklanacak bir durum
değil. Bir ülkenin vatandaşları bir partiye niye oy verir?
Bu soruyu yanıtlarken, bazı ölçütler kullanılır.
Ekonomik tercih, sosyolojik tercih, sosyo-psikolojik
tercih diye sıralayabiliriz bunları kabaca... Bu üç kıstas
üzerinden bir sonuç çıkarmaya çalışalım şimdi...
Genel kanı, istikrar, ekonomik refah ve benzeri
eğilimleri barındıran ‘ekonomik tercih’in AKP’nin
neredeyse yüzde 10’luk oy artışındaki temel etken
olduğu doğrultusunda... Tabii ki kemikleşmiş ‘geleneksel
muhafazakar’ ve birkaç puanlık ‘fanatik’ten
oluşan ve toplam AKP oylarının yüzde 30-40’ını
oluşturan sosyo-politik katman dışında kalan AKP
oyları da bunu dahil... Yani ‘ekmek parası’, ‘ev kredisi’,
‘araba taksidi’ ve ‘alışveriş’ istikrarı... Kredi
borcu ve kredi kartı ekstresiyle, olduğu gelir grubu
üzerinde bir yaşamı bir süre daha ite kaka devam
ettirebilmek temel amaç. Şu anda tüm orta, orta-alt
ve alt gelir grubunun ‘gündelik hikâyesi’ işte bu...
Sınıf mı? O ne ola ki?..
Gelelim sosyolojik tercihe... Bunu kısaca ‘sınıfsal
konumlanma’ olarak da tarif etmek mümkün. İşte
bu ülkemizde hiçbir zaman hissedilmemiş bir eğilim.
Türkiye’de işçi sınıfı, kent yoksulları başta olmak
üzere sınıfsal tercihlerini sandığa yansıtmış bir sınıf
yok! Hiç de olmadı. Cumhuriyet kurulduğu dönemde
işçi sınıfı yoktu, ama en azından 1970’lerin ortalarından
itibaren vardı. Kent yoksulları da 2000’lerle
birlikte çoğaldı... Ama her zaman bu iki sosyal
katman da önce ‘köylü’, ardından ve günümüzde
ise ‘kasabalı’ bir ideolojik perspektife sahip oldu. Bu
topraklarda hâlâ bir sınıf bilincinden söz etmek
mümkün değil, bu sebeple ‘makarna-kömür’ desteğini
bir ‘sadaka’ gibi değil, bir sosyal yardım gibi algılamalarına
da şaşırmamak lazım. Aynı şekilde ‘geleneksel
muhafazakar’ söylemli neo-liberal bir partiye
oy vermelerine de şaşırmamalı...
Kasabanın zehirli masalları
Gelelim üçüncü etkene... Sandıktaki sosyo-psikolojik
tercihe... İşte kanımca, Türkiye’nin siyasi profilindeki
temel mesele bu. Kendinden hissetmek,
kendiyle bütünleştirmek, kendisinin iktidarda olduğunu
hissetmek! Bu ‘kasaba ruhu’, sadece AKP’ye oy
verenler için değil, dört parti seçmeni için de belli
oranda geçerli. Ama AKP için o kemik seçmen ve
kalanı için, neredeyse yüzde 100’ü için geçerli demek
mümkün. Zira siyaset hamaset üzerine kuruluyor
ve sürdürülebilir bir iktidar sağlıyorsa, başka bir
açıklaması olamaz. Bu ‘ideolojik hegemonya’yı kutsallardan
başlatıp, milliyetçilikle bezer, üzerine de
‘kötü niyetli esnaf usulü’ piyasacılık eklerseniz, tadından
yenmez. İşte özetle AKP’nin ideolojik propaganda
aygıtı böyle çalışıyor. Bir de ‘dış düşman’, ‘iç
düşman’ gibi büyüklere masallarla sosladınız mı, yemek
kokmuş olsa bile iştahla yeniyor. Bayat yemek
zehirlemez mi, hem de nasıl zehirler! Toplu zehirlenme
yaşar toplum, mesela Konya’da yine beleş girdiğiniz
maçta, terör eylemlerinde ölenlere söversiniz!
Sonraki maçta mili sınırları da geçer, terör eylemlerinde
öldürülmüş ecnebilere söversiniz! Zehirlenmek
budur. Panzehiri ise bildik insanlık birikiminde yatar.
Tüm muhalefetin düşünmesi gereken, işte tam da
budur. Bu zehirli ideolojik hegemonyayı kıracak, yeni
bir söylem. Kolay mı, değil... Zira bu para pul işi
değil, ruh işi... Ama başka bir çare yok, sonuçta karşımızdaki
sorun bir bilinç zehirlenmesi ve panzehir bulunmazsa,
ortada ne ülke kalır, ne devlet ne de insanlık!

Önceki ve Sonraki Yazılar