Korkuyu yenmek

Dinci/mezhepçi ve faşizan bir parti olarak AKP’nin 13 yıllık iktidarı boyunca toplumsal dokuda açtığı en büyük yara kötülüğü toplumsallaştırmak oldu. İnsanlar, küçük dinsel ve uhrevi amaçlar ve kazanımlar için ahlaksızlığı, yolsuzluğu, hırsızlığı, ikiyüzlülüğü savunur hale getirildi. Toplumun yüzde 40’ı sırf, “alnı secde görüyor” diye, kendi celladına, yağmacısına, mahallesinin yobazına oy verdi.

Cumhuriyet devrimini yapan, 200 yıllık bir modernleşme ve aydınlanma tarihi olan bu büyük ülke insanlarının bir bölümü IŞİD vahşetini, Madımak katliamını, Ortaçağ düzenini, cehaleti, ilkelliği destekleyen bir güruha dönüştürüldü. Bilinci kuşatılmış ve aklı elinden alınarak sadece kör inançlarıyla hareket eden bir kütle oluştu. Üstelik bu kütle dünyevi çıkarlar, para, rant ve ticaret için kendi ülkesini yağmalaya girişti. Servete ulaşmak için vahşi bir saldırganlık sergiledi.

Bu topraklarda kötülük hiçbir zaman böyle toplumsallaşmadı. Kötülüğü toplumsallaştıran AKP iktidarı, kurduğu polis korkuyu da toplumsallaştırmaya yöneldi. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, KCK, Devrimci Karargâh gibi davaları, korkuyu toplumsallaştırmanın aracı olarak da kullandı.  Özellikle Gezi/Haziran direnişinden sonra korkuyu toplumsallaştırma operasyonu derinleştirildi.

Çünkü Gezi /Haziran Direnişiyle dinci-faşizan AKP İktidarı siyasal ömrünün en ağır yenilgisini aldı. Bu yenilgi, bütün hile girişimlerine karşın7 Haziran 2015 seçimleriyle sandıkta da tescillendi.

Bugün AKP ve siyasal İslamcılık politik ve ideolojik inisiyatifini büyük ölçüde yitirdi. Dinci /mezhepçi hareketin bütün tarihsel ve siyasal tezleri çöktü. Örneğin, liberallerin çok özgürlükçü gerekçelerle ileri sürdüğü AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine ilişkin efsane, fena halde yıkıldı. Bu öyle büyük ve hızlı bir çöküş oldu ki, AKP'nin vesayet rejimini yıktığı tezine dört elle sarılan sağlı sollu liberaller başta olmak üzere, kendi hayatlarına ve değerlerine ihanet eden çoğu eski solcu olan aydınlar, muhafazakârlar, sağcı yağmacılar ve merkez medyanın tamamı bu enkazın altında kaldı.

Özellikle ‘Hani muhalefet nerede’ diye soran liberal şarlatanlar, Gezi/Haziran direnişi sırasında aşağıdan gelen bu büyük öfke patlaması karşısında şaşkına döndü.

Hiç beklemiyorlardı. Birden bire insanların neden sokağa çıktığını anlayamadılar. İstanbul’un her köşesinde ve Türkiye’nin her bölgesinde gece yarısı kadınların, erkeklerin, yaşlıların, gençlerin ve çocukların ellerine tencere tava, bayrak ve flamalarını alarak protesto eylemine nasıl katıldığını çözemediler.

Çünkü onlar, gerici faşizan AKP iktidarının bu ülkeyi özgürleştireceğine, dahası “askeri vesayeti” yıkarak  "muhafazakâr bir devrim" yapacağını savunuyorlardı.  Böylece Türkiye'nin burjuva devrimini tamamlayarak demokratik bir ülke haline geleceğine, solu ve bütün toplumu ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu devrim tamamlanınca da bu hanımlar ve beyler sınıf mücadelesine başlayacaklardı.

Sol adına tarihin bu kadar kaba, şematik, diyalektik yöntemden ve tarihsel materyalist bakıştan uzak  bir yorumu görülmüş değildir.


Oysa AKP, liberallerin desteğiyle pek demokratik gerekçelerle dinci-faşizan bir rejim kuruyordu.

BİLİNÇ, İNANÇ VE SİYASAL TERCİH
Gezi Direnişi günlerinde, merkez medyanın “gerici sever” liberal kalemleri ve yarı aydın isimleri insanların yaşam tarzlarını savunmak ve laiklik için nasıl böyle büyük kütleler halinde sokağa çıktığını, günlerce ve aralıksız polisle çatıştığını hiçbir zaman anlayamadı.

Gerçekte ortada şaşıracak bir şey yoktu... Neo liberal yağma politikalarını, özelleştirmeci yıkım anlayışını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti, bir yandan servet transferini gerçekleştiriyor, diğer yandan da bu transferi meşrulaştırmak için toplumu dinselleştiriyordu. AKP iktidarı yandaş-dinci bir sermaye grubu yaratarak kurmaya çalıştığı düzenin sınıfsal ve ekonomik temelini hazırlamaya çalışıyordu. Bu, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı büyük ve pervasız bir yolsuzluk ekonomisi demekti.

İşte bu yağma düzeni, insanların değerlerine, kimliklerine, insanlığın ilerici birikimine ve Cumhuriyetin kazanımlarına karşı bir saldırıyla birleşince, halkta bir öfke patlamasına yol açmıştı.

İnsanların sosyo-ekonomik konumlarıyla siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişki koparıldı. Toplumun bir kesimi aklı ve bilinciyle değil, inançlarıyla oy verir halede getirildi.  Böylece ezilen, sömürülen, insan yerine konulmayan büyük bir kitle, bütün bu kötülüklerin nedeni olan iktidara sadece “dindar” diye destek vermeye başladı.

Dinin maliyeti en ucuz toplumsal kontrol aracı olduğu bir kez daha kanıtlandı.

DİNCİ KİBİR
Modern bir hayat yaşayan bazı aydınların, liberallerin ve yanaşma solcuların AKP'ye verdikleri destek, önce halkın kafasını karıştırdı. Aydın ihaneti, toplumun direniş refleksini kırdı. Ama bu durum sürdürülemezdi. Elde ettikleri güç, bir iktidar küstahlığına da yol açıyordu. Örneğin dinsel gerekçelerle alkol yasağı koyup, toplumun bir kesimini ayyaş ilan etmeye kadar vardırdılar işi.

Akıllarınca milletle devleti barıştırıyorlardı.

Çünkü onlar, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte devletin halkın değerlerinden koparak ona yabancılaştığını ileri sürüyor ve halkla devletin kavga halinde olduğu düşünüyorlardı.  İşte, Gezi/Haziran direnişi, Türkiye gericiliğinin bütün tezlerine üzerine kurduğu bu tarih ve kültür hipotezini yanlışlayarak yıktı.
 
Onlar kendi dar dinci taleplerini ve kaygılarını milletin talepleri ve kaygıları sanıyorlardı. Dolayısıyla Cumhuriyetin de bir avuç seçkinin rejimi olduğunu ileri sürüyorlardı. Oysa Türkiye gerçeği böyle değildi. Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından daha geniş ve büyüktü. Cumhuriyetle kavga halinde olan halk değil, dar bir siyasal İslamcı kesim ve tarihsel gericilikti.
Gezi direnişini Haziran isyanına çeviren bu geniş kitlenin sokağa çıkması oldu. Bu durumu birçok sosyalist aydın ve çevre halen anlamış değil. Onlar Gezi/Haziran eylemlerini, sadece Penguen, Leman, Uykusuz gibi muhalif mizah dergilerini okuyan parlak çocukların zekice ve esprili duvar yazıları yazdıkları bir eylem sanıyorlar. Oysa Gezi direnişini Haziran isyanına çevirenler belki de ilk kez yasadışı bir gösteriye katılan ve iktidara ağız dolusu küfür eden o büyük kütleydi.

İYİLİĞİ TOPLUMSALLAŞTIRMAK
Gezi/Haziran direnişinden sonra 7 Haziran 2015 seçimleri kötülüğün toplumsallaşması sürecini tersine çevirecek ikinci önemli gelişmedir.  Bu ülkenin bütün ilerici güçlerinin, aydınlanmacıların, devrimcilerin, cumhuriyetçiler ve namuslu insanlarının önündeki tarihsel sorumluluk kötülüğe karşılık iyiliğin toplumsallaşmasını sağlamak için mücadele etmektir.

Bunu yapmak için önce korkuyu yenmek gerekiyor. Bu korku Gezi/Haziran günlerinde yenildi. Dahası 7 Haziran’da her türlü hile-hurdaya karşın bu kararlılık seçim sandığında da sürdürüldü.

Koalisyon görüşmelerinin yapıldığı bu günlerde, tarihsel bir bakış ve geniş bir perspektifle bu olgu dikkate alınmadan adım atmak, geleceği günlük hedefler ve çıkarlar için harcamak olacaktır.

MHP’nin fabrika ayarlarına dönmeye başladığı şu günlerde, büyük sorumluluk, CHP ve HDP gibi parlamentoda bulunan partiler ile başta HAZİRAN HAREKETİ olmak üzere, bu ülkenin bütün sol ve ilerici güçlerine düşüyor. İyiliği toplumsallaştırmak ve bu ülkeyi yeniden kurmak ellerimizdedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar