Süleyman Karan

Süleyman Karan

Merkez bankaları artık sadece kriz dispanseri

DÜNYA ekonomisinde çok güçlü bir performans görüldüğü üzerinde herkes hemfikir bu sıralar. Tabii hep ardından ‘büyümenin sürdürülebilir olmadığı’ vurgusu ekleniyor bu sözlere… Genel yaklaşım, nedense çok şişmiş küresel sermaye piyasalarını gündem dışı bırakmak yönünde. Oysa ki küresel finans sisteminde ciddi bir yeniden yapılanma sağlanabilmiş değil.
Evet, 2018 yılında ciddi bir finansal kaza yaşanmazsa, genel bir büyüme trendi hakim. Bu Türkiye’deki gibi zoraki, şişkin kamu-özel işbirliği yatırımları, tüketime, borçlanmaya ya da cari açığa rağmen bir büyüme de değil. Yani hem AB’de, hem ABD’de hem de gelişmekte olan ekonomilerde bir hareket var. Ama ne kadar bereketli olacağı biraz tartışmalı…
Zira bu saptamanın ardından herkes, ‘büyümenin ardından gelebilecek bir kriz’i daha düşük bir sesle telaffuz ediyor.

Kriz, büyüme, tekrar kriz döngüsü

Kısa vadeli büyüme, ardından kriz, sonra yine bir toparlanma, derken yine kriz, küresel ekonominin genel eğilimi haline gelmiş bulunuyor. Yapısal sorunlarını aşamamış finansal sistemin düşük yoğunluklu krizleri ise artık ‘kriz dispanseri’ haline gelen merkez bankaları tarafından palyatif pansumanlarla geçiştiriliyor. Merkez bankalarının bu işlevleri, belki sorunları bir süre daha öteleyebilir ama eğer ki özerk bir yönetim mümkünse… Malum, ülkemizde özerkliği sözde Türkiye ile de sınırlı değil. Nerede aşırı sağ, popülist, otoriter yönetim ve lümpen bürokrasi varsa, orada merkez bankası özerkliği bir masal olmaya aday.

Merkezkaç varken, merkez ne yapsın?

7. Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde iki merkez bankasının eski başkanları konuşmacıydı. Hindistan Merkez Bankası eski Başkanı Dr. Duvvuri Subbarao, “Son 10 yılda merkez bankaları çok değişti. Küreselleşmeye ayak uydurmaya çalışıyorlar. Gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarının önündeki en önemli konu, finansın küreselleşmesi ve sermayenin hızlı hareketi” ifadeleriyle bir çerçeve çizdi. Kalıcı olmayan sermaye hareketlerinin ülkelerde fiyatları artırdığını, enflasyon ve istikrarsızlık yarattığını belirtti ve ardından ekledi Subbarao: “Hindistan’ı ele alın. Krizden önce büyük bir sermaye akışı vardı. Kriz oldu, sermaye kaçtı ve döviz kurlarında büyük artış oldu. ‘Bizce döviz kurları- nın serbest bırakılması gerekir’ dedik. Büyük bedel ödesek de bunu yaptık”. Subbarao’ya göre, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bir araya gelerek regülasyonları birlikte oluşturması gerekli. Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları karar alırken, yalnızca kendi ülkelerini düşünmekten vazgeçmeli.

Ortak regülasyon mu? Peki nasıl?...

Peki bu mümkün mü? Bırakın gelişmiş ülkelerin merkez bankalarını, gelişmekte olan ülkelerin merke bankaları ortak bir aksiyon gerçekleştirebilir mi? Böylesi zorlu, kâr marjlarının asgaride olduğu bir küresel ticaret ortamında, birkaç yıl önce yaşanan kur savaşlarını tekrarlanmayacağının hiçbir garantisi yok. Hele ki son birkaç aydır gündeme gelen, korumacı politikalar merkez bankalarının da içe kapanmasının ve ülke ekonomisini kurtarmaya yönelik kısa vadeli tedbirleri öne alacağının habercisi değil mi? Kaldı ki, küresel krizler zirveye çıktığı anlarda bile merkez bankaları ne ölçüde ortak bir hat çizebildiler? Evet Hindistan Merkez Bankası’nın kuru serbest bırakma kararında ısrarı doğruydu ama piyasaya ne kadar döviz enjekte ettiğini ayrıca araştırmak gerek. Mesela Türkiye’de ciddi bir kur krizi gündeme geldiğinde, bu popülist hükümet merkez bankasının özerk ve gerçekçi bir politika geliştirmesine izin verir mi? Yoksa merkez bankası başkanını günah keçişi haline mi getirir? Cevabı çok net biliyoruz. Merkez bankasının başında kim varsa, hükümet krizin günahını onun omuzlarına yıkar, bir de üstüne ‘linç edilecek adam’ ilan eder.

Her önlemin bir açığı var

Hindistan tabii her açıdan müthiş ölçekli bir ekonomi ve dev nüfusuna göre hızlı büyüyor. Gelecekte Çin’in tek rakibi olacak ve büyük olasılıkla ‘küresel üretim devi’ni geçecek.
Bize daha benzer bir ülkenin merkez bankası eski başkanına kulak verelim şimdi. Şili Merkez Bankası eski Başkanı José de Gregorio dünyada finans politikalarının birlikte regüle edilmesi konusunda şüpheli olduğunu belirterek, “ABD’yi görüyorsunuz, ‘Önce ABD’ diyorlar. Belki güçlü finansal kurallar olmalı ama her ülke kendi gemisini yürütmeyi öğrenmeli. ABD’nin karar alırken, diğer ekonomileri düşünmesini beklemek biraz ütopik bir düşünce” dedi. Oldukça gerçekçi bir yaklaşımı vardı açıkçası… De Grogorio, yalnızca sermaye hareketlerinin kontrolünden ziyade, ülkelerin kendi içlerinde de güçlü bir mali kontrol sağlamaları gerektiğini söyledi ve Şili’de bunu sağlamaya çalıştıklarını belirtti. Şili’de 10 yıl önce gelir dağılımındaki eşitlizliği düzeltmek için birçok düzenleme yapıldığını ama bu kez de büyümede yavaşlama olduğunu aktardı. Ardından yapay zeka, robotlar gibi teknolojik gelişmeler nedeniyle işsizlik artışının bir gerçek olduğunu, ancak verimlilik açısından yeni dünyaya adapte olmak gerektiğini belirtti.
Merkez bankalarının böylesi bir ortamda şapkadan tavşan çıkartmalarını beklemek pek mümkün değil açıkçası. Hele ki de Grogorio’nun da üstüne basa basa belirttiği gibi, her çözümün mutlak negatif bir sonucu ortaya çıkarken… Küresel ekonomi; finans temelli, türev batağında, hidrokarbon enerji kaynakları na bağımlıyken, ulusal çıkarlarla küresel gerçeklerin çeliştiği bir süreçte, sadece gelen krizi en az zararla savuşturmak dışında bir regülasyon yapma dışında bir yeteneğe sahip değil. Bunu da sadece özerkliğini koruyabilen merkez bankaları yapabilir. Özerk olsalar bile kriz sürecindeki yıkımda doğru kararı verecek kadar dirayetli yöneticilerin olması da şart. 

Önceki ve Sonraki Yazılar