Seçimler yenilenirse

Önce bir saptama: AKP şimdiye kadar bütün seçim süreçlerine PKK ile çatışmasızlık ortamında girdi. 2002’de bunu hazır bulmuştu.

2004, 2007, 2009, 2011, 2014 ve 2015 yıllarında girdiği 3 genel ve 3 yerel seçim ile 2 referandumda bu koşulların yaratılması için özel çaba gösterdi.

Kürt siyasi hareketine dönük açık/örtük vaatlerle, “bugün-yarın çözüm”, “seçimden sonra adım atmak” gibi yazılı olmayan taahhütlerle seçim sonuçlarını lehine etkileyebildi.

“Çözümün” yazılı tek mutabakat belgesine 2015 seçimleri öncesinde Dolmabahçe’de ulaşılmış gibiydi.

Demirtaş’ın, “barış uzlaşmasına bir adım kalmıştı” diyerek sürekli bu “an”a gönderme yapıp hayıflanması, HDP’nin o ana kadar AKP’nin samimiyetine ne kadar inanmış olduğunu gösteriyor.

Oysa herşey her zaman AKP’nin seçim hesaplarına endekslenmişti. Kuşkusuz Erdoğan etkenini de ihmal etmemeli.

Ama 2015 seçimleri öncesinde Erdoğan’ın ‘Dolmabahçe mutabakatını’ yok sayması da kendi seçim anketlerine göre belirlenmemiş miydi?

Gene de 2015 seçimleri çatışmasızlık ortamında gerçekleşti. Şimdi eğer seçimlerin yenilenmesine gidilirse, AKP/Erdoğan bu defa körüklenmiş bir çatışma ortamında bunu yaşamak istiyor.

İçte ve dışta çatışma/savaş ortamının, 7 Haziran koşullarını değiştirip seçmenin milliyetçi reflekslerle parti tercihlerini AKP yönünde değiştireceğini umuyor. Erdoğan’ın/AKP’nin, siyasi ömrünü uzatabileceği tek seçenek olarak gördüğü ‘tek başına iktidar’ için yapmayacağı şey yok.

İçte ve dışta zayıflayan itibarını onarabilmek, tam istediği gibi olmasa da Suriye sınırlarında kendi denetiminde bir “IŞİD’den arındırılmış bölge” oluşturabilmek, PKK’ye karşı sınır dışı operasyonlarına destek alabilmek, vs. adına İncirlik üzerinden hegemon güçlere yeni ulusal ödünler vermek de buna dâhil. Ülkeyi terör ve savaş ortamına sürüklemenin siyasi bedelini ödemek yerine, bundan siyasi rant devşirmeye kalkan bir fırsatçı zihniyet var karşımızda.

***

Üstelik bütün bunlar, günlük rutini yönetmek dışında yetkisi olmayan bir çekilmiş/müstafi hükümetin icraatları olarak ortaya çıkabiliyor. Hükümet eden bakanların tam 9 tanesi milletvekili bile değil ve yeni dönem için Meclis’te yemin dahi etmiş değiller.

Burada bir anayasal sorun var: Hükümetin uzatmalı işgali sürdükçe, Meclis’e yeminle bağlı olmayanlar daha uzun süre yürütme yetkisi kullanacaklar ve savaş bile çıkarabilecekler!

Tam da bu boşluk döneminde yasamanın ipleri eline alması zamanıyken, muhalefetin bölünmüşlüğü buna engel oluyor. Ama bu tek başına bir mazeret değil; Meclisi ekime kadar tatile sokarken, yani bütün kararları Erdoğan’a bırakırken muhalefetin birliği nasıl sağlanabilmişti? Buna muhalefetin hiç olmazsa önemli bir bölümünün karşı çıkmasını engelleyen neydi?

AKP’yi/Erdoğan’ı rahatsız edecek yasa tekliflerini bizzat grup yönetimlerinin durdurmasını sağlayan parti iradeleri nasıl bir siyaset peşinde? “Olmayacak duaya âmin” durumuna gelmiş koalisyon hesapları mı? “Masayı deviren biz olmadık”, “çözümsüzlüğün parçası olmadık” tarzı edilgen ve ürkek siyasetler mi?

Bugünler, siyasi risklerden kaçınmanın zamanı değil. Gerici iktidara meydan okumanın zamanı. Seçimler öncesinde mangalda kül bırakmayan işbirlikçi muhalefeti, tavır almaya zorlama veya teşhir etme zamanı. Bölge değil Türkiye partisi olduğunu söyleyerek barajı aşabilen siyasetin, silahlı terör örgütü ile arasına net mesafe koymasını talep etme zamanı. Bunlar için politik cesaret kadar ne istediği bilmek ve kararlılık gerekiyor.

***

Eğer sonbaharda seçimler yenilenirse (Meclis çoğunluğu bundan kaçınmanın önlemlerini alamazsa) AKP iktidarı 2015’te ikinci bir seçim ekonomisini göze alacak. Bu, 2014’teki çifte seçimlerden daha maliyetli ve daha zor ekonomik koşullarda gerçekleşecek. 7 Haziran seçimleri öncesinde bütçenin bazı transfer harcamaları (tarımsal destekler gibi) yılın ilk yarısına sıkıştırılmıştı. Şimdi işler o kadar kolay değil; bütçe sınırları içinde kalmak zor olacak. Kaldı ki askeri harcamaların da bütçe başlangıç ödeneklerinin dışına taşması şimdiden kesinleşmiş durumda.

Dış açıkların artık rezerv eriterek karşılanabildiği, turizm gelirlerinde gerilemelerin baş gösterdiği, ihracatta tıkanmalar yaşandığı, özel yatırımların durağanlaştığı, kısa vadeli dış borçların Merkez Bankası rezervlerine oranının sürekli yükseldiği aşırı kırılgan bir borç ekonomisinde, savaş ekonomisiyle ve siyasi istikrarsızlıkla beslenerek büyüyecek bir iç açığın ilave tahribatı nasıl giderilebilecek?

Bu sorun, kendi kişisel ikbali uğruna ülkeyi felakete sürükleyen Tayyip efendinin hiç umurunda değildir eminim. Peki ama anamuhalefet bunu toplumun umuru haline ne zaman getirecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar