Senin adın Haziran, adını unutma!

Her yıl fethini kutladıkları şehri, “inşaat ya resulullah” diyerek ranta ve talana açanları, memleketi koca bir şantiyeye çevirip üzerine beton dökenleri unutma.

Gezi Parkı’nda kesmek istedikleri ağaçlardan, Yırca Köyü’nde termik santral yapmak için kestikleri binlerce zeytin ağacına uzanan bir yol var, bunu unutma.

Zeytinin, üzümün, fındığın, tütünün bitişinden, ekmek parası için madenlerde çalışmaya mecbur kalan insanlarımıza uzanan kapkara bir yol var, hiç unutma.
O kapkara yolun sonunda, Soma’da yerin yedi kat altına diri diri gömdükleri 301 maden işçisi var, bunu hiç unutma!


***

Yoksullardan oy almak için dağıttıkları kömürü başka yoksullar çıkarırken, patronlara “kömür alım garantisi” verip işçileri kölelik koşullarında ve hayatları pahasına çalışmaya mecbur edenleri…

Oy için yoksullara dağıtsın diye devlete sattıkları kömürden kazandıkları paralarla İstanbul’un kalbine “rezidans” adlı hançerleri saplayanları, sattıkları dairelerden bir tanesinin parasıyla yüzlerce madencinin hayatını kurtarabilecek “yaşam odaları” yapabilecekleri halde yapmayanları…

İşçilerin inşaatlarda her gün üçer beşer öldüklerini, ölümlerinin kimsenin umurunda olmadığını ve yılsonu istatistiklerinden başka bir anlama gelmediğini…

İnsan hayatını bu kadar ucuz, ölümü ise bu kadar kolay ve sıradan hale getirenleri, sonra da çıkıp “fıtrat” diyenleri…

Sakın ama sakın unutma!

***

Yakılan çadırları, yediğin gazı, kendi halkına kimyasal savaş açanları, TOMA’dan sıkılan suyu, plastik mermileri, ters kelepçeyi, tacizi, işkenceyi ve “emri ben verdim”i hiç unutma!

Ortalık gaza kesmişken, göz gözü görmez hale gelmişken, polis şiddetinden bir yerlere kaçmaya çalışırken, o telaş ve panik halinde dahi, birine çarptığında özür dilemeyi ihmal etmeyen zarafeti ve nezaketi…

Yediğin gazdan kör oldum sandığın ve hiçbir şeyi göremediğin o anda, elindeki Talcid şişesiyle ansızın ortaya çıkan ve “aç gözünü” dedikten sonra, elindeki sihirli sıvıyı suratına püskürten, “iyi misin” diye sorduktan sonra ortadan kaybolan masalsı insanları…

Tökezleyip yere düştüğünde hiç tanımadığın bir elin tereddütsüz bir şekilde sana uzanmasını ve o eli tereddütsüz bir şekilde, dostça, yoldaşça, arkadaşça tutarak yeniden ayağa kalkmanı…

Unutma, ne olursa olsun unutma!

***

Dağ gibi bir delikanlının, Ethem’in alnına saplanan kurşunu, vurulup düştüğü anı, katillerini, vurulup düştüğü yere katillerine teşekkür pankartı astıranları…

Yüreği bu dünyaya ait değilmişçesine sevgi ve merhametle dolu Ali İsmail’e atılan o son tekmeyi, o tekmenin Soma’daki maden işçisine atılan tekmeyle aynı olduğunun bilinciyle ve “düşlerinde özgür dünya” diye mırıldanmayı ihmal etmeksizin…

Devrimin kara kaşlı küçük prensi Berkin’i, Berkin’in uykusunu, yaşını, kilosunu, uçuramadığı uçurtmalarını, yaşayamadığı sevdalarını, annesini, babasını, annesini babasını meydanlarda yuhalatanları, 14 yaşındaki bir çocuğun üzerinde saltanatları uğruna tepinmekten utanmayanları…

Mehmet Ayvalıtaş’ı, Abdullah Cömert’i, Medeni Yıldırım’ı, Ahmet Atakan’ı, Hasan Ferit Gedik’i…

Daha geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Bahadır’ı…

Yani dünyanın yüzü suyu hürmetine döndüğü o gencecik, güzel, pırıl pırıl çocukları…

Adlarını, yüzlerini, gülüşlerini, kavgalarını hiç unutma!

***

Senin adın Haziran, senin adın yoldaşlıkla, dostlukla, dayanışmayla, yaşayanlarla, dövüşenlerle ve ölenlerle yazıldı.

Haziran, adını unutma!

Önceki ve Sonraki Yazılar