ABD’nin yeni jeopolitik için yeni stratejileri

ABD’nin yeni jeopolitik için yeni stratejileri

TERÖRİZM, BARIŞ PINARI HAREKÂTI VE SONRASI (1)

21. yüzyılı “ayaklanmalar yüzyılı” olarak ilan eden emperyalist güçlerin başında yer alan ABD, dünya üzerinde çıkabilecek her türden çatışma, savaş ve gerilimden doğrudan doğruya çıkar sağlamaktadır. Bir dünya imparatorluğu kurmayı planladığı için, yeryüzündeki bütün enerji kaynaklarını ele geçirerek, dünya ekonomisini yönetmek esas amacıdır. Ortadoğu ve Kafkaslar (özellikle Hazar Havzası) ABD için birincil derecede önemli bölgelerdir. Dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip bu iki bölge üzerinden dünya hakimiyetini ele geçirmek ve kendi coğrafyasındaki ekonomik krizi aşmak için de, silah sanayini canlandırmak bakımından bütün güçlerini seferber etmiş durumdadır.

Hedefe varmak yolunda ABD, Kuzey Afrika’nın en batısından başlayarak Ortadoğu’yu içine alan, Kafkaslar ve Çin sınırına kadar uzanan hat üzerinde bir kuşatma (containement) stratejisi uygulamaya yönelmiştir. Böylece Ortadoğu’yu denetim altına alarak, NATO’nun içine alamadığı ülkeleri, uygulamaya koyduğu emperyalist projelerle kuşatmaya çalışmaktadır. “Enerjinin olduğu yerde mutlaka siyaset vardır” kuralının her zaman geçerli bir kural olduğuna tanık olduğumuz günümüzde, Kafkaslar ve Ortadoğu’da enerji kaynaklarını ele geçirmek ve enerji yolları üzerinde denetim sağlamak için girişilen oyunlar ile enerji alanları için paylaşım çatışmaları, bu kuralın daima işlediğinin sağlam bir kanıtıdır. Dünyada tek süper güç kalmanın verdiği avantajları kullanarak, 11 Eylül saldırıları sonrası stratejik hedefini “terörizm” bahanesi ardında oluşturmakta olduğu, yaptığı askeri harekâtlarla ortaya çıkan ABD’nin, Balkanlar ve Orta Asya coğrafyasında da askeri üsleri bulunmaktadır.

Rusya’yı çevrelemek ve bölgedeki gücünü kırmak amacıyla, kısa bir süre önce Bulgaristan ve Romanya’da yeni askeri üsler kurmak için düğmeye basan ABD’nin, Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’da askeri üsleri mevcuttur. Yugoslavya’nın parçalanması ile kurulan ve yakın gelecekte AB üyesi olmasına kesin gözüyle bakılan Makedonya’nın da, NATO üyeliği ile ilgili katılım protokolü kısa bir süre önce imzalanmıştır. Dolayısıyla bütün bu ülkeler (Varşova Paktı’nın eski üyesi olan 14 ülke) NATO’ya entegre edilmiş olmaktadır. Günümüzde Baltık ülkeleri olan Estonya, Letonya ve Litvanya’da AB ve NATO üyesi olarak, NATO’nun askeri varlığının artırılmasına tanık olunacak bir alan içinde yer alırlar. Her ne kadar kararlar üye ülkelerin ortak kararı ile alınıyor olsa da NATO demek, ABD demektir. Bu nedenle ABD’nin izlediği askeri politik strateji NATO’yu da etkilemektedir.

Ekonomik gelişmişlikleri açısından aralarında farklılıklar bulunduğu için bir bütünlük oluşturamayan Orta Asya ülkeleri (Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan) içerisine ABD; Rusya ve Çin’e kıyasla sağladığı finansal destek ve Rusya’nın etkisini kırmak için din faktörünü de kullanmak yoluyla sızarak, yakın ilişkiler kurabilmiştir.

Bağımsızlıklarını yeni kazanan Cumhuriyetlere yönelik NATO’nun yakınlık ve işbirliği politikalarının en önemlisi olan 1994’te imzaladığı Barış İçin Ortaklık (BİO) programından sonra Orta Asya’nın Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan Cumhuriyetlerini BİO’ye katabilmiştir. 11 Eylül 2001 sonrası aktif işbirliği halinde olan BİO, BM ve NATO desteğiyle “ortak düşman” sayılan teröre karşı savaş ilanını da içine alacaktır. Böylece 2002’den itibaren Orta Asya bölgesinde NATO’nun askeri varlığı, teknolojisi, askeri üsleri ve araçları da Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’a yerleşerek, yerini almış oldu.

Rusya ile Ukrayna arasında uzun süredir devam eden Karadeniz jeopolitiğine ilişkin krizi tetikleyen olay 2018’de, Kerç Boğazı’ndan Azak Denizi’ne geçişle ilgili gerilim yüzünden yaşanmıştır. Azak Denizi, Ukrayna’nın doğusu ile Rusya’nın batısının Karadeniz’e açılımı için önem taşır. Bu gerilim, Ukrayna’nın NATO’dan yardım istemesini teşvik ettiği, ABD’nin NATO üzerinden Ukrayna karasularını başta olmak üzere, diğer bölgelerinde de üs kurmak, askeri yardım yapmak konusunda bir bahane oluşturdu. Aslında Kerç Köprüsü Hitler tarafından, Kurum üzerinden Rusya’yı işgal etmek 1943’te inşa edilmiştir.

Rusya’nın açtığı 2. Kerç Köprüsü ise, daha çok Batı’nın yaptırımlarını geçersiz kılmak planı üzerine olup, aynı zamanda Azak Denizi’nin Rusya’nın tek taraflı kontrolüne geçmesine neden olmuştur. Tarihsel süreçte incelediğimizde Osmanlı Devleti ve Rus Çarlığı’nın da Azak Denizi’nin kontrolünü ele geçirmek için önemli mücadeleler verdiğini görürüz.

Dünya genelinde hareket alanını genişleten ve serbestleşen, Sovyetler’in dağılması ile düşmanından “yoksun” kalan ABD hegemonik gücü, işte bu yeni jeopolitik için kendine yeni bir düşman yaratmak zorundaydı. Düşmanın adının bu kez “terör” olacağı yeni bir stratejiyi geliştirecekti. Uluslararası kurumları da kendi askeri, ekonomik politikalarına göre yönlendirdiği bu strateji, dünyadaki ulusal, kamusal ve bireysel çıkarların ABD’nin hegemonik gücünün çıkarları paralelinde olmasına dayanmaktadır.

Bundan böyle Çin, Ortadoğu ülkeleri ve İslam fundamentalizmi ABD için “öteki” olacaktı. Aslında düzensizliğin ta kendisi olan, Küreselleşme olarak adlandırılan serbest piyasa ekonomi politikaları eşliğinde, ABD, emperyal gücüne kattığı askeri ve teknolojik üstünlüğü ile dünyada büyük bir imparatorluk kurmak istemektedir. Böylece artık Soğuk Savaş dönemi güç dengesinin yerini alan bu yeni “düzende”, kapitalizmin yolunu daha çok açacak olan neoliberal politikalar eşliğinde ortaya çıkan “para düzeni”, yani piyasanın ve sermayenin egemenliği almış bulunuyor.

Dr. Nadire Filiz İRGE