İsmail Engin yazdı: Hz. Ali’nin Resmi

İsmail Engin yazdı: Hz. Ali’nin Resmi

Sosyal medyada bir süreden beri Hz. Ali resimleri revaçta. M. Tevfik Oytan’ın “Bektaşiliğin içyüzü: Dibi, köşesi, yüzü ve astarı nedir?” adlı eserinden, 1956 yılından olduğu ileri sürülen bir resim şu kayıtla dolaşıyor...

“75 Yıl Önce Hz. Ali’nin Resmi nasıldı?

Bizim Aleviler evlerine, cemevlerine Astıkları Hz. Ali resimlerini bundan 1400 yıl önce yapılmış Ali’nin gerçek resmi sanıyorlar. Bakın bundan 75.yıl önce Ali nasılmış? Bektaşi babası M. Tevfik Oytan Bektaşiliğin İçyüzü, Dibi - Köşesi - Yüzü ve Astarı Nedir? (Maarif Kitaphanesi, 1956) Adlı kitabında yayınlamış bu Ali resmini... Bugün kitabı karıştırırken gördüm. Bu resmi evine asacak Alevi çıkar mı şimdi, sanmıyorum. 75 yılda Ressamlar isa’yı örnek alarak her gün daha da güzelleştirmişler onu. İnsanımız da tarihsel Ali’nin en küçük bilgisine sahip olmaksızın bu güzellemeyle avunur olmuş...”

Oysa, yazarın adı adlı iki ciltlik eseri 1945-1949 yıllarında [Işık Basım ve Yayınevi, İstanbul 1945 ve Maarif Kitaphanesi, İstanbul 1949] ilk kez yayınlanıyor. Belirtilen resim de 2. cildin 1960’daki 2. baskısından...

Resmi, sosyal medyada Canlar önemsemiş, gündemlerine almış.

Alevi tahayyülünde “Zülfikar” çatal uçlu tasvir ediliyor; resimde böyle değil. Ancak, M. Tevfik Oytan’ın okurla buluşturduğu resim altındaki ibareler önem taşıyor ve dikkat çekiyor: “Oldu seyfinden anın din-i Muhammed âşikâr, / Lâ feta illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikar // - Dertli –” ve bu Aleviliğin İslami referansına güçlü göndermeler yapıyor.

Aleviliğin İslam – dışı anlayışı, resimden yola çıkarak, İslam – içi anlayışın Hz. Ali algısını kesin biçimde reddediyor.

Aleviliğin İslam – içi anlayışı ise, muhayyiledeki Zülfikar’ın çatallı tasvirini, geri plana itip alt metni öne alıyor ve resimdeki Hz. Ali’yi güçlü şekilde sahipleniyor.

Resim muhtemelen İran minyatür geleneğinin bir devamı... Zira minyatürlerde kutsiyet atfedilen şahısların baş kısmında “nur” bulunuyor. Tasavvur edilen Hz. Ali’nin başı, karanlığın içinde bir “ay” gibi aydınlık zeminin önünde konumlandırılıyor. Bu, Alevi teolojisinde, Hz. Ali’nin “ay”, Hz. Muhammed’in ise “güneş”le sembolize edilmesiyle de örtüşüyor. Neticede, “Ay Ali’dir gün Muhammed” deniyor.

Ancak, “nur”la betimleme  “kutsanmış” / “kutsal” kişileri – azizleri tasvir eden Ortodoks ikonalarda da mevcut, muhtemelen oradan İslamî minyatürlere aktarılıyor.

Diğer taraftan, Zülfikar’ın çatallı tasvir edildiği minyatürlerin bazılarının konusu Alevi’nin muhayyilesindeki imajı yerle bir edebiliyor. Örneğin, bu tür minyatürlere, Danimarka Kopenhang’taki  Davids Samling / David Collection’da rastlanıyor.

Kendisi Bektaşi Babası da olan müellif, kuşkusuz sembolleri ve bu hususları biliyordu; büyük bir ihtimalle bu resmi o nedenle Alevi’nin tasavvurunun dışında bir örnekten seçti ya da seçmiş olabilir.

Keza, resmi sosyal medyaya servis eden de küllenen “Sizin Ali – Bizim Ali” tartışmasını Hz. “Ali” tahayyülünden yeniden oluşturmayı amaçlıyor.

O halde, şu hususları kaydedeyim:

1945 – 1949’dan çok daha öncesine ait Hz. Ali resmi / resimleri var ve bunlar minyatür.

Kopenhang’taki  “Davids Samling / David Collection”da, Rotterdam’daki “Wereldmuseum”da, Berlin’deki “Museum für Islamische Kunst”ta – “Orient-Bilder / Bilder-Orient” sergisindeki gibi – ve “Ethnologisches Museum”da ... bu minyatürler, koleksiyonlardan gün ışığına çıkarılarak zaman zaman sergileniyor. Bu meyanda, Berlin Etnoloji Müzesi’nin 12.11.2011- 08.01.2017 tarihleri arasındaki sergisi “Welten der Muslime” de önem arzediyor. Kuşkusuz tüm minyatürler, İslamî referanslı...

Canlar arasındaki tartışmalardan öğreniyorum ki, 1990’lı yılların başlarında Alevi dergisi çıkaran bir genel yayın yönetmeni, “Hz. Ali resmi nasıl olur” konusu hakkında epey düşünüp taşınmış. Pek örnek olmadığından, gözlerini Türkan Şoray’dan almışlar ve bir Hz. Ali portresi çıkarılmış...

Ancak, söz konusu tartışmaya yön veren husus, yani niyet, aranıyor Canlar arasında ve yine ikiye bölünüyorlar, bu konuda. Servis edilen resim amacına bir şekilde ulaşıyor. Aleviliğin İslam – içi anlayışını savunanlar, kutsal değerlerinin incindiğini söylerken, İslam – dışı anlayışını savunanlardan kimisi de “gördün işte Ali’n bu” mealinde birşeyler yazıp duruyor...

Lâkin, İslam – içi anlayışının savunurları, en azından şunu da diyebilirlerdi: “Şükür ki, Hititlere gidip Karkamış’taki Herald Duvarı’nda bulunan M.Ö. 950-850 yıllarıyla tarihlendirilen iki başlı sfenksi, bazalt rölyefi, bize ‘kadim’ Hz. Ali diye sunmadı!” Kanaatimce, bu konuda yine de temkinli olmakta yarar var, bunun yapılmayacağı anlamına gelmiyor. Ancak, resmi sosyal medyada servis eden, bunu sunmayı akıl edebilseydi, Yunan mitolojisindeki Kimera’yla da uğraşabilirdi: Zira, Karkamış’ın ardından Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ziyaret edip, detaylı incelemesi külfetli bir iş; ardından İtalya Puglia seyahati ile Fransa Paris Louvre Müzesi’nde inceleme yapması, buralarda arşivlerde çalışması, koleksiyonları gezmesi, onları bulması epey meşakkatli...

Diğer taraftan, Hz. Ali’nin karakalem yapılan ve Hollanda’da bulunan; onun 17. yüzyıl Hollandalısı gibi sunulduğu değişik tasvirleri de biliyorum.

Türkiye’de 1990’lı yıllar, Hz. Ali’nin ressam tarafından yeniden yorumlandığı yıllardır. Nihayetinde Erol Akyavaş’ın tuval üzerine akrilik çalışması “Hz. Ali” (1990)’yi, Fikret Otyam’ın “Hz. Ali” (1994) adlı yapıtı ve Prof. Dr. Balkan Naci İslimyeli’nin  “Sanatçının Kendini Elinin Aynasında  Gördüğünün Resmidir” adlı eseri izliyor.

Kuvvetli bir şekilde 20. yüzyılın başlarına kadar “yazı resim”lerle tasvir ediliyordu, genelde Hz. Ali de dahil, Alevilik motifleri tasavvufi olarak Ön-Asya coğrafyasında. Günümüzde “yazı resim”le birlikte resmin diğer alanlarının da konusu artık. Örneğin, kazıma ve oyma gravür sanatçılarından Aliye Berger [Aliye Berger-Boronai [1903-1974] “Bektaşiler” (76 x 28 cm.) ile gravür üzerine boyamasıyla öncülerdendir.

1980’li yılların ortalarından beri, bunlara örnek eserler üretiliyor; Fikret Otyam [1926-2015], Prof. Dr. Balkan Naci İslimyeli, Murat Morova, Erol Akyavaş [1932-1999] ve Ahmet Nejat tarafından...

Erol Akyavaş’ın litografileri de içeren “Kerbela” (1983), “Kerbela Vakası” (1983), “Kerbela IV” (1983), “Miraçname” (1987), “En-el Hak” (1987), “Hallac-ı Mansur; O’nun Hakkında Her Şey” (1988), Hallac-ı Mansur” (1988), “İnsan-ı Kâmil” (1989) “Kırmızı Lam Elif” (1989) ile “Hz. Ali” (1990); Fikret Otyam’ın “Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli” (1991), “Hz. Ali” (1994),  “Hz. Ali’nin Cenazesi” (1995) ve “Semah” (1996); Prof. Dr. Balkan Naci İslimyeli’nin “Nothing” (1996), “Sanatçının Kendi Ölümünü Taşıdığının Resmidir” (1998), “Doom Series” (2009) ile yazı resme yaptığı göndermeleri “Sanatçının Kendini Elinin Aynasında  Gördüğünün Resmidir” adlı çalışması; Murat Morova’nın “Ten Yorgunu” (2000), “Kıssadan Hisse Serisinden İnsân-ı Kâmil” (2009), “Ravî Serisinden Untitle” (2015) ve “İsimsiz” (2018) adlı eserleri, en önemlilerinden.

“Herşeyi kapsayan mutlakiyet”e, “hiç”e ulaşma yolundaki en büyük adım olarak yorumladığı “aşk”ı kaligrafik formların çağdaş yorumlara dönüştüğü yapıtlarıyla irdeleyen Ahmet Nejat da “Sonsuza Açılan Kapı” (2012) ve “Ustaya Saygı” (2012) adlı eserleriyle dikkat çekiyor.

Özetle, resmi yorumladığınız, kendinizi nasıl konumlandırdığınıza bağlı...

İsmail Engin