Süleyman Karan

Süleyman Karan

'Sieg Heil'dan 'The Fall'a...

Böyle bir kapanış çok ama çok yakıştı 2015’e...
Tabii ki kapanış cümlesini başka birine bırakamazdı.
Böylesi kanlı, böylesi utanç verici, böylesi sarsıntılı,
zigzaglı bir yıla pek yakıştı bu demeç... Hani
koca bir topluluğun, “Şaşırt bizi, çıldırt bizi” diye tempo
tutmasıyla bile böylesi bir atraksiyon çıkmazdı kolay
kolay kimseden, ama bildiğimiz gibi ‘Türkler çıldırmış
olmalı’... Ve turp çıktı heybeden: “Üniter devlette
başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Dünyada örneği
var geçmişten bu yana da var. Yani Hitler Almanyası’na
baktığınızda orada da bunu görürsünüz.
Daha sonra değişik ülkelerde aynı şekilde bunun örneklerini
görürsünüz. Yeter ki bütün mesele başkanlık
sisteminin uygulamasında halkını rahatsız eden bir yapısı
olmasın.” Halkın en az yarısı ‘başkanlık’ lafını duyunca
delirmiyor mu? Yoksa ben uzayda mı yaşıyorum?
Ne fark eder ki...

Başı nasılsa, sonu da öyle olur

Dönem farklı olsa da bundan 12 yıl öncesine gidip
şöyle bir bakarsak, benzerlikler olduğunu görürüz.
Nasıl iktidara geldiklerine bir bakmak yeterli... Tıpkı
Weimar Almanyası’ndaki gibi müthiş bir ekonomik
krizin dipten döndüğü bir dönemde, merkez partiler
rezil olmuşken aradan sıyrıldılar. Özlem demokrasi ve
refahtı, konjonktür de uygundu. İlk beş yıl, buna oynayarak
ve ülkenin gereksinimleri doğrultusunda reform
yaparak, oy tabanlarını genişlettiler. İkinci dönem
artık iktidara yerleşmekti. Bu demokratik bir iktidara
yerleşmek değil, anayasal kurumların içini boşaltarak
üç temel erke el koymaktı. Bunu sonradan şeytanlaştıracakları
Cemaat yaptı. Sonrası malum ‘Uzun
Bıçaklar Gecesi’nin bir benzeri... SA’ya ne olduysa,
Cemaat’e de o oldu.

Deutschland, Deutschland über alles

Bir 7 Haziran tökezlemesi dışında, artık mutlak
iktidara koşmak dönemindeyiz. Bunun için yeni
düşmanlara ihtiyaç vardı. Suriye dış düşman seçilmişti
zaten (bunu tarih bir gün III. Reich’ın Rusya
saldırısına benzetecek, zira çöküşün en önemli sebeplerinden
biri bu olacak)... İç düşman sürüsüne
bereketti de, bir türlü istenen hedefleştirme sağlanamıyordu,
o zaman bir zamanlar vaatlerle yedeklenen
Kürtler şeytanlaştırılmalıydı. Bu da yapıldı. ‘Deutschland
Deutschland über alles’in Türkçesi işte
tekrar dinlenmeye başladı; ‘Türkiyem Türkiyem
cennetim... Benim eşsiz milletim!’
Yani un var, şeker var, yağ var, helva yapılmaz
mı? Yapılır!.. Bu yılın en azından siyaset açısından geçen
yıl kadar kötü olacağının haberi işte burada... Tabii
ki dünya değişti, öyle kolay lokma değil artık millet
ama yine de gidişat fena ki fena...

Örnek manidar da, olmamış...

Ben daha çok örneğe takıldım, yani bu kadar mı
bilinçaltında durur bu takıntı. Bugüne kadar Hitler ve
Naziler ile ilgili onlarca benzetme yapılmışken ve bazıları
abartılıyken, üstelik beslendiği ideolojik gelenek
Nazi hayranıyken (İhvan ve benzeri yapıların önderlerinin
Hitler’e olan hayranlığı ve İngiliz düşmanlığı kaynaklı
Nazi sevgisi, Kudüs müftüsü Emin el-Hüseyni’nin
bizzat Bosna’da Müslüman Nazi kıtaları kurması,
Hitler’in sünnetli ve gizli müslüman olduğu iddialar)
ben açıkçası başka benzetmeler beklerdim.
Hani daha çağdaşından seçebilirsin, mesela Putin,
ki tümüyle onun iktidar kurma tarzını uyguluyor
AKP... Ama örnek eski dost şimdi düşman, uygun
kaçmaz. Yoksa cuk oturuyor.

Diktatör çok da, uyanı yok!


Peki hemen aklıma yakın bir ülkeden örnek geliyor,
Nikolay Çavuşevsku, garibim milyar dolar harcayıp
çiftlik gibi saray yaptırmıştı da, oturmak nasip olmadı.
Halk ağaç kabuğu kemirirken açlıktan, o ‘Büyük
Romanya’nın simgesi sarayı inşa ettiriyordu. Değerini
bilmediler, bizzat kendi çetesinden adamların
kumpasıyla karısıyla birlikte öldürülüverdi. Ama bu da
onlara uymaz, zira anti-komünist damar izin vermez.
Sıfatı dışında komünistlikle bir ilgisi olmasa da Çavuşevsku
öyle bilinir ya...
Avrupa’dan seç seç al yapalım. Bakalım uyuyor
mu? Enver Hoca’yı yine pas geçiyoruz, o da komünist
addediliyordu. Akdenizliyiz belki İspanya ya da
Portekiz veyahut Yunanistan uyar mı? Franco, Salazar,
Papadopulos... Olmaz onlar çok askerle iç içe...

Fransa’dan bir örnek var, uyar!


Bunu bulmak da bize kalacak, zira saray çevresi
siyaset bilimcileri ve anayasa hukukçuları anladığım
kadarıyla aldıkları paraları hak etmiyor. Ben beleşe
çözeyim en iyisi.. Bu sanki uyacak gibi, sevseler de
uyacak sevmeseler de uyacak. Böyle tam millet demokrasi,
özgürlük gelir gibi hissettiğinde, olaya çöken
bir lider var geçmişten. Louis Bonaparte! Biraz Nopeleon’un
gölgesinde falan ama olsun...
Fransız Devrimi sonrasında, köylülerle esnafın
umutları, değerleri ve korkularının istismarıyla sürdürülecekse
de, Bonaparte iktidarının ardındaki gerçek
güç Fransız sermayedarları ve aristokrasisi olmuştu.
Nitekim imparatorluğuna destek olan küçük mülk sahiplerinin
yaşam kalitesi, tıpkı emekçilerinki gibi düşerken,
sermayedarlar ve aristokrasininki yükselmişti.

Aynı nakarat, hep aynı, aynı...

Louis Bonaparte ile Fransızlar, sadece cumhuriyetini
bir kez daha kaybetmekle kalmamış, alt sınıflar
da refah ve güvenlik kaybına uğramıştı. Protesto
etme, örgütlenme, toplu sözleşme ve basın özgürlüğü
dâhil Bonaparte’ın iktidarını sınırlayabileyecek
her şey ‘güvenlik ve milli çıkar’ gerekçesiyle bastırıldı;
bu durumu meşru kılabilmek için ‘vatan’, ‘millet’,
‘din’, ‘bayrak’ istismarı da gemi azıya aldı. Uymadı
mı? Uydu ki ne uydu...
Hem bu Hitler benzetmesi sonu açısından da fena...
‘The Fall’u (Çöküş) izlememiş olsa gerek... Öyle
Berlin’in göbeğinde bir sığınakta bitiyor. Sadece son
kalan birkaç yandaşıyla... Her Sieg Heil’ın sonu ‘The
Fall’, her führerin sonu kafa üstü çakılmaktır zira!
Uyar mı, işte bu bana uyar!

Önceki ve Sonraki Yazılar