Teslim olmak veya olmamak

SYRİZA örneği bir kez daha öğretti: Bir kavgaya yarım girilmez! Çipras/Syriza başından beri yarım girdi; Avro’dan çıkış opsiyonunu yedeğine almadı. Aslında Yunan halkı da bunu istemedi. Ama siyasetçinin özellikle de sol siyasetin işi ne? Bu tür zor seçenekleri halka anlatarak desteğini almak, alamazsa da yanlış yolda ilerlememek (yani çekilmek) değil mi?

Referandum, ekonominin pilini tükettiği bir dönemde yapıldı. Syriza’nın da son hamlesiydi. Çipras, referandumdan aldığı desteği Troyka’nın eski koşullarını yumuşatarak “onurlu” bir çıkış için kullanmak istedi. Ama sermayenin Avrupasına kafa tutmanın emsal olmamasına göre konumunu belirlemiş olan Troyka+Almanya, bunu yeni şartlar dayatmak için kullandı. “Avro’dan (geçici) çıkartma” kartını kullanan Almanya, Çipras’ı “kırk satır-kırk katır” tercihine zorlayarak AB denetiminde 50 milyarlık bir “Özelleştirme Fonu” kurulmasını dayattı. Böylece zafer sayılan bir referandum, Düyun-u Umumiye türü bir kapitülasyona açıldı. Geçen hafta dillendirdiğimiz metafor gerçeğe dönüştü: Yalnız ve çaresiz David, Goliath’a teslim oldu. Troyka emperyalizmi, umduğundan fazlasını elde etti.

Peki Avro’dan çıkıştan bu dehşetli ürküntü niye? Yunanistan solunun ve sağının büyük bölümü Avrodan dışlanmanın kısa dönemde başedilemez ekonomik sorunlara, uzun dönemde AB’den dışlanma sürecine yol açabileceğini düşünüyor. Avrupa sayesinde elde edilen stratejik konumun, bu arada baş rakip görülen Türkiye’ye karşı uluslararası avantajların (başta Ege, Kıbrıs, Doğu Akdeniz gaz/petrol rezervleri) yitirilebileceği kaygıları, Yunan siyasetini esir alabiliyor.

Razı olunan teslimiyet anlaşmasının, krizin yükünü emekçi kesimlere taşıtacağından kuşku duyulmuyor. Emekçiler sadece kendi doğrudan sınıfsal kazanımları üzerinden değil, yaygın özelleştirmeler yoluyla aynı zamanda dolaylı kazanımlarından, genel kamusal haklarından, kolektif mülkiyet haklarından da yoksun bırakılacaklar. Ayrıca durgunluğa itilen bir ekonomide daha çok uzun yıllar istihdam ve refah kayıplarını sineye çekmeye zorlanacaklar.  2010 sonrasında bu süreç zaten acımasız biçimde çalışmıştı. Bir örnek: 2013 yılında Yunan devleti halihazırda kullanmaya devam ettiği 28 kamu binasının mülkiyetini satmıştı; izleyen 20 yılda bu binalar için yeni sahiplerine ödenecek kira bedeli 600 milyon Avrodur ve bu miktar satıştan elde edilen gelirin yaklaşık üç katıdır! (Syriza AB Mv. Stelis Kouloglou, Le Monde Diplomatique, Haz. 2015:7). Türk tipi özelleştirmelerden tanıdık gelmiyor mu?

***

Gene de Syriza deneyimi, “demek ki, sistem içi solla buraya kadarmış” denilip geçilemeyecek kadar öğretici oldu. Syriza, Avrupa içi güç ilişkilerinin (merkez-çevre; mali sermayenin çıkarları-ulusal halkların demokratik tercihleri) nasıl demokrasi-dışı yollarla merkez ülkelerin büyük sermayesi lehine döndürülebileceğini bir kez daha göstermiş oldu.  Zaten 2011’de AB+Almanya sadece Papandreu Hükümetini değil, yarı-merkez ülke sayılabilecek İtalya’da Berlusconi Hükümetini de devirmiş ve yerlerine teknokrat hükümetleri dayatmıştı. Yunanistan’da şimdi yapılan belki 2011’deki gibi açık bir hükümet darbesi değil ama örtük bir darbenin tüm sonuçlarını doğurmakta…

Ama halk bir kez gerçekleri görmeye ve direnmeye başladı mı, Troyka diktasına teslim olmayacaktır. Bu anlamda, Çipras’ın siyasi ömrü muhtemelen bu programın 3 yıllık dönemini görmeye yetmeyecektir. Uygulanamaz nitelikteki kapitülasyonlar da çöpe gidecektir. Şimdi bütün mesele, Troyka+Almanya karşıtlığını milliyetçi savrulmalara bırakmamaktır. Solun daha geniş birliğini bu program karşıtlığı üzerinden kurmak ve uluslararası dayanışmayı güçlendirmektir.

***
Peki “teslim olmak veya olmamak” Türkiye pratiğinde nasıl bir karşılığa sahip? Cumhuriyet rejiminin altını büyük ölçüde boşaltan; tek adam yönetiminde İslamcı-totaliter bir talan rejiminin inşasına girişen bir siyasi hareketle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi arasındaki koalisyon müzakereleri (bir sonuca ulaşmasa dahi) teslimiyetin bir karşılığı olamaz mı? AKP açısından 13 yıllık icraatını meşrulaştırma, CHP açısından ise bir karşı-devrimci hareketin römorkuna atlama başka ne anlama gelir ki? RTE’nin “büyük projelere dokundurtmam” kükremesini kabullenecekseniz, Artvin Cerattepe’de Cengiz Holding’in, Karadeniz yaylalarına bıçak gibi saplanan Yeşil Yol’un çevre ve hukuk cinayetlerine de alıştırılacaksınız demektir.


Önceki ve Sonraki Yazılar