Dava taşını gediğe koyunca...

Başbakan Erdoğan, dün AKP Grubu’nda söyledi bunu. “Dava taşını gediğe koyuncaya kadar mücadeleye devam” dedi.

11 yıldır iktidarda olan bir liderin, hizmetten ve gelecekten söz ederken “mücadele” sözcüğünü kullanması dikkat çekici elbette. Ancak asıl altı çizilmesi gereken, bu mücadelenin “dava” için verileceğini söylemesi.

Ne kastediyordu Başbakan sizce? Hangi davadan söz ediyordu?

Tam da bu konuşmanın yapıldığı gün, kamuda başörtüsü “resmen” serbest oldu. Okul öncesi (erkek) çocukların meydanda toplu namaz fotoğrafı da daha bir gün önce manşetlerdeydi. Çamlıca’ya, Taksim’e ve her köşeye bir cami, artık “konuşmadığımız” konulardan.. AKP kadroları devletin her kurumunu ele geçirdi. Yasalarla kendisini korumaya aldı. Vs. vs.

Yani.. Daha hangi “dava”?

DAVA: ARTIK SIR DEĞİL
Erdoğan’ın, baştan sona dini söylemle bezediği konuşması, bu soruya ipuçlarıyla doluydu. Erdoğan, kadrosu ve destekçileri İslam Cumhuriyeti istiyor. İran’daki gibi kovacak bir Şah olmadığı için bunu yavaş yavaş yapmak zorundalar. Öyle yapıyorlar.

Sanıyorum artık örnek vermeme gerek yok. Attıkları her adım, bu hedefe doğru. Ve elbette, en temel meseleleri de “kadın”.

Dünyanın her İslam ülkesinde tablo aynı. Her fetva, buna dair. Ticaret kanunlarına tek laf etmeyenler, kadınları önce örtülerin, daha sonra da duvarların arkasına hapsetmek için yarışıyor.

Daha acısı, bu yarışta kadınlar da en ön safta koşuyor. Özgürlüklerinden fedakârlık etmek, “ikinci sınıf insan” olmak, erkeklere ait iktidar alanından kovulmak için mücadele ediyorlar.

ERDOĞAN’IN ZAFERİ!
Humeyni öncesi İran’da yüksek yargıç olarak görev yapan Şirin Ebadi, anılarında o mücadeleyi “içerden” anlatıyor. Şah’ın gitmesi için mollaları nasıl desteklediğini.. Nasıl yollara düştüğünü.. Sonrasında daha ilk ay, görevinden alınıp başını örtmediği için nasıl aşağılandığını anlatıyor.

Şöyle diyor Ebadi: “İstekli ve tutkulu bir şekilde kendi sonumu hazırladığımı anlamam için bir ay geçmesi gerekti. Ben bir kadındım ve bu zafer benim mağlubiyetimi gerektiriyordu.”

Dava taşını gediğe koyduklarında olacak şey, işte budur. Solcular / demokratlar / laikler.. Ancak en başta ve asıl, kadınlar bertaraf olacak.. Erdoğan’ın zaferi, ona inanan kadınlar için bile mağlubiyet anlamına gelecek.

Ne yazık ki, davaları –bu çağda inanması güç ama- bu kadar basit!

***

GÜNAYDIN!
AKP’nin, bu memlekette olan biten her şeye “ayar vermekten sorumlu” Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bu kez “dekolte ayarı” ile gündemimizde.

Şöyle buyurdu:

“Merkez medyada, bir kanalda bir yarışma programı vardı. Bir baktım sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki.. Olmaz bu kardeşim! Kimsenin kıyafetine karıştığımız yok. AMA çok aşırı, neredeyse bir gece kıyafetiyle gelip çok seyredilen bir televizyon kanalında sunuculuk yapabilir misin? Dünyanın hiçbir yerinde bu hoş karşılanmaz.”

Beklersiniz ki, gazetelerin genel yayın yönetmenleri, köşe yazarları bir ağız olup Hüseyin Çelik’e “beğenmiyorsan seyretme, sana ne!” diye karşı ayar versin.

MESELE KIYAFET DEĞİL-MİŞ!!!
Gerçi, Fatih Altaylı bunu yaptı. Ama aynı zamanda gazetesinin birinci sayfasından “AŞIRI DEKOLTELİ SUNUCU KİM” diye haber de yaptı. Başlık, Hüseyin Çelik atmış gibiydi. Ayrıca, ipuçlarından yola çıkıp –öteki gazetelerde olduğu gibi- sunucuyu tahmin etmiş ve fotoğrafını koymuşlardı. Yani, genç bir kadını kıyafeti nedeniyle kamuoyunun “tartışmasına” açmışlardı.

Tartışma uzun sürmedi. Dün, sürpriz olmayan haberi, Sabah Gazetesi yazarı Sevilay Yükselir, Twitter mesajıyla verdi:

“atv yönetimi ile konuştum. Evet #veliaht ın yapımcısı Gözde Kansu'nun işine son vermiş. Fakat sebep kıyafeti değil performansının kötülüğü!”

Doğrudur. Öyledir. Hüseyin Çelik’in sözleriyle çakışması, Sevilay Yükselir’in de belirttiği üzere “birilerinin eline koz veren talihsiz bir açıklamadan” ibarettir.

Günaydın hanımlar beyler. “Kimsenin kıyafetine/ hayatına karışmıyoruz ama..” dönemine hoş geldiniz.

***

GOOD MORNING!

“Yetmez ama evet” demişti. Hatta, “akil adamlar” listesinde yer almıştı. Murat Belge, nihayet “yeter” demiş! Dün Taraf’ta yer alan söyleşide en az 10 yıl gecikmiş bir analiz yapmış:

“Şu iktidar değişikliğinde, askeri vesayet dediğimiz şey ortadan kalktı, yerine başbakanın da zihnindeki Müslüman vesayeti geliyor. İslamiyet kendi içinde demokratik ilkeler içeren bir din değil. Genellikle dinler zaten böyle şeyleri içermez. İçeremez. Türkiye’de bütün toplum demokratik kültürü yalayıp yutmadığı gibi, Müslümanlar da yutmadı. Erdoğan’ın defterinde de demokrasi yok. İktidarı barutu tükenmiş gibi görüyorum. Başından beri tam istikrar görmedim ben zaten. Bir sürü şey iyi giderken kalkıp ‘Öcalan’ı asmayan sensin’ gibi iğrenç bir laf etti. O laf benim ‘Ben artık bu adama güvenemem’ dediğim andır.”

MURAT BELGE

***

BONJOUR!
Erdoğan’ın belki 30 yıllık yol arkadaşı. Başbakanlık makam arabasının az sayıdaki konuklarından biri. AKP Milletvekili. Medyamızın kaleminden kan damlayan yazarı. Mehmet Metiner.

Akıllarındakini açık etmiş. Erdoğan ve Sünni İslam hizmetindeki kadrosunun “Aleviler’e neden haklarını bir türlü vermediğini” anlayamayanlara “günaydın” diyerek sunulur. İşte Metiner’in cemevi yorumu:

“CEMEVLERİ TERÖR YUVASI..”

***

İLAHİ KARAALİOĞLU!
Biliyorsunuz, Esad röportajı ve Yılmaz Özdil’in –özetle- “Başbakanımı ben eleştiririm ama Esad’a yedirmem” tavrı, medya mahallesinde çok konuşuldu.

STAR Gazetesi Medya Grup Başkanı Mustafa Karaalioğlu da bir yazıyla konuya dahil oldu. Yazısının başlığı bile çok şey anlatıyordu: “O gettodaki mahalle baskısına duyarsız kalamayız.”

Nitekim, kalmadı! Yılmaz Özdil’i savundu. Mahalle baskısı çığlıklarının arttığını söyledi. Ve.. Bir zihin sıçraması ile Can Dündar örneği verdi.

“Zihin sıçraması” diyorum. Zira Karaalioğlu birden yıllar yıllar öncesine gitti. Can Dündar’ın Mustafa filmi sonrasında aldığı eleştirileri hatırlattı. O günlerde “Can’ın nasıl çaresiz kaldığını, korkunun gözlerinden okunduğunu” falan yazdı.

Can Dündar daha üç beş ay önce gazetesinden atılmamış, mağdur edilmemiş gibi.. Parçası olduğu has medyada paramparça edilmemiş gibi.. Son dönemi atlayıp geçmişe diz dövdü.

Böylesine “seçici hafıza kaybı” derler. Ama bana daha çok, fıkra gibi geldi. İlahi Karaalioğlu!

Önceki ve Sonraki Yazılar