
Ömer Adıgüzel
Zehirli Suyun Başında Bir Yalnız Adam: Ali Koç'a Dair Bir Metafor
Bu köşede daha çok sanat, kültür ve eğitim yazıları yazıyorum. Spor yazmak ise bugüne dek nadiren dokunduğum bir alan oldu. Ancak zaman zaman, hele ki büyük bir camiada yaşanan gelişmeler sessiz kalamayacağımız kadar düşündürücü hale gelince birkaç tümce yazmak da kaçınılmaz oldu.
Son günlerde Fenerbahçe Spor Kulübü çevresinde gelişen olaylar, özellikle Başkan Ali Koç’a yöneltilen yoğun eleştiriler, sosyal medyadaki söylemler ve başlatılan imza kampanyası bir durup düşünme çağrısını, anlamayı ve adil bakmayı içeren bir daveti zorunlu kılıyor.
Bir Anadolu söylencesi vardır. Bu söylenceyi Türkiye’nin yönetim biçimine dönük metaforik bir anlatı olarak birkaç kez yazmıştım. Söylence, umudu, tükenmemeyi ve vazgeçmemeyi çağrıştırır. Ama bu söylenceyi Fenerbahçe özelinde başka bir bağlamda anımsatmak da istedim.
Bir delikanlı, üniversiteyi bitirip köyüne dönerken bir bilgeyle karşılaşır. Bilge ona, köyün yakınındaki suya bir gün zehir karışacağını, bu sudan içen herkesin delireceğini söyler. Genç telaşla köyüne koşar, anlatır, uyarır. Ama kimse ona inanmaz. Umutsuzlukla köyü terk eder. Yıllar sonra geri döndüğünde ise tüm köy halkı tuhaf davranmakta, akla uymayan şeyler söylemektedir. Herkes o sudan içmiş gibidir. Genç, artık aklını koruduğu için dışlanır. Anlaşılmaz olur ve yalnızlaşır. En sonunda dayanamaz; gider, o sudan içer. Çünkü aklı başında biri olmanın, aklın kalmadığı bir ortamda dayanılmaz bir yalnızlığa dönüştüğünü anlar.
Bu metafor bugün Fenerbahçe’de yaşananlarla örtüşmektedir. Bir yanda sosyal medyada yükselen sesler, tribünlerde yankılanan protestolar, öfke dolu yorumlar… Öte yanda yıllardır bu kulübe zamanını, enerjisini ve birikiminin bir kısmını adayan bir başkan… Sosyal medya, tribünler, anlık tepkiler, bilgi kirliliği ve kışkırtmalarla dolu bir ortamda, herkes o sudan içmiş gibi davranıyor.
Herkes bağırıyor, çağırıyor, slogan atıyor… Ve bu başkan, tüm bu karmaşaya rağmen hâlâ o suyun başında bekliyor.
Ali Koç altyapıya yatırım yaptı. Kulübün dijital dönüşümüne öncülük etti. Kurumsallaşma adına önemli adımlar attı. Haksızlıklara karşı yüksek sesle konuştu. TFF'ye, düzene, haksızlığa karşı durdu. Çarpık bir düzenin ortaya çıkartılmasında önemli roller üstlendi. Taraftarın da istediği teknik direktörleri getirdi, yıldız oyuncuları transfer etti. Tüm bunları yaparken kulübün değerlerini gözetmeye çalıştı.
Elbette hataları oldu. Hangi yöneticinin olmaz? Fakat bu hataları karalama kampanyasına dönüştürmek yerine, tartışılabilir ve geliştirilebilir bir çerçevede değerlendirmek gerekmez mi?
Ali Koç, zehirli suyu içmemek için direnen o genç gibi yıllardır bu kulübün içinde. Son yıllarda da başkanlığını yapıyor. Bir futbol izleyicisi olarak Ali Koç’un, sabırla, inatla, azimle doğruları yapmaya çalıştığına inanıyorum. Ali Koç yalnız bırakıldı, eleştirilmekle kalmadı, karalandı ve karalanmaya devam ediyor. İşte bu olmaz. Olmamalı!
Başarının sadece şampiyonlukla anıldığı bir ülkede, Fenerbahçe’nin diğer branşlardaki galibiyetleri başarı hanesinde es geçilirken futbolda alınan sonuçlar başarısızlık olarak sadece Ali Koç’a mal ediliyor. Sadece futbol takımının lig performansı üzerinden bir başarısızlık hikâyesi yazılıyor. Bu da doğal olarak, tüm okları başkana yöneltiyor. Oysa spor, bir bütün. Kulüp dediğimiz organizasyon, sadece 11 kişilik kadrolarla ölçülemez.
Zehirli suya direnmek, çoğu zaman yalnız kalmak demektir. Ali Koç, tam da bunu yapıyor. Bu yalnızlık içinde, Ali Koç, kendisine yönelik linç kampanyalarının ötesinde, hakkaniyetli bir değerlendirmeyi elbette hak ediyor.
Fenerbahçe, bir futbol kulübü olmanın ötesinde, büyük bir kültürün taşıyıcısıdır. Ali Koç’un şahsında tartışılan da yalnızca bir başkanlık değil, bu kültürle ne yapacağımıza ilişkin kolektif bir karar anıdır.
Sayın Başkan, siz o sudan sakın içmeyin. Çünkü suyun zehirli olduğunu söyleyenlerin sayısı azalsa da hâlâ sizin gibi kana kana içmemeye çalışanlar da var bu camiada ve ülkede…