
Fatsa fikrinden Rojava fikrine
Can Yücel, bir şiirinde şöyle der: “Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa'ya / O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla / Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar/ Kimseler çıkaramaz Fatsa'nın sırtından! / Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını”
Can Baba’nın “Terzi Fikri” dediği, 12 Eylül faşizmine doludizgin gidilen günlerde Fatsa’da Belediye Başkanlığı yapan Fikri Sönmez’dir.
Fatsa, Terzi Fikri’nin öncülüğünde, sosyalizmin Paris Komünü’nden Petrograd Sovyeti’ne, İtalyan İşçi Konseylerinden Münih Sovyet Cumhuriyeti’ne uzanan birikiminin Türkiye topraklarında vücut bulmuş halidir.
Halk komiteleri, meclisler, kolektif akıl, kolektif irade…
Fatsa, sosyalizmin Türkiye’deki provasıdır, Marx’ın On Birinci Tezi'dir, “dünyayı değiştirmek” üzerine yazılmış bitimsiz bir öyküdür.
Ve hepsinden önemlisi, Fatsa bir “fikir”dir.
Bugün, tıpkı bir zamanlar Fatsa’da olduğu gibi, Ortadoğu’nun orta yerinde boğulmak istenen bir “fikir” var.
Adını koyalım bu boğulmak istenen fikrin: “Rojava fikri”
Komün, Sovyet, Şûra, Konsey, Meclis…
Bir soykütüğü çalışması yaptığımızda, bunlardan feyz aldığını, tarihsel olarak buraya bağlandığını görebileceğimiz bir fikir.
Eşitlik ve özgürlük mücadelesinin farklı zaman ve mekânlarda ete kemiğe bürünmesiyle yaratılmış “doğrudan demokrasi”, “halk iradesi”, “özyönetim” gibi değerler üzerine kurulmuş, din ve milliyetçiliğin damga vurduğu Ortadoğu gibi bir coğrafyada bir tür “anomali”ye, bir tür “sapma”ya tekabül eden bir fikir.
Belki ortada bizim anladığımız anlamda bir “sosyalizm” yok, zaten öyle olmasına da gerek yok ama bir kez daha o vurguyu yapacak olursak, “Ortadoğu’nun orta yerinde”, şairin “bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde/ bir yanlışı düzeltircesine açmış” dediği bir fikir var.
Sekülarizmin, kadın-erkek eşitliğinin ve aşağıdan yukarıya demokrasinin damgasını vurduğu bir fikir!
Tüm bunları ne “aydın naifliği”yle ne de “sol romantizm”le yazıyorum; bir hakikati dile getirmeye çalışıyorum sadece, çıkış noktası olarak da “Rojava Anayasası”nı alıyorum.
Her anayasa, siyasal ve toplumsal düzenin temel ilkelerinin neler olduğunu ortaya koyar, kuruluşun temel ilkelerini ve felsefesini anlatır, nasıl yaşanacağına dair bir tahayyülü sistematik bir şekilde sergiler.
Tek tek maddelerini yazmayacağım elbette, merak eden internetten açar okur ama en azından Rojava Anayasası'nın giriş kısmının ilk cümlesini aktarmakta fayda var:
“Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için. Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için. Kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için. Savunma, özsavunma, inançlara özgürlük ve saygı için. Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.”
Anayasanın geri kalanı da bu giriş minvalinde devam edip gidiyor: Anadilinde eğitim, laiklik, kadın ve çocuk hakları, ekolojik toplum, temel yurttaşlık hakları…
Dediğim gibi, ortada bir “fikir” var ve anayasa bu fikrin sistematize edilmiş hali.
Karşısında ise IŞİD’in dinci faşizmi.
Tam da bu nedenle, Rojava’yı ve onun bir parçası olan Kobane’yi savunmak, bir fikri, Ortadoğu’nun orta yerinde hayata geçirilmiş en ütopik ama tam da bu nedenle en gerçekçi fikri savunmak demek.
İşte bu yüzden, boğulmak istenen bu fikre karşı, bugün diyoruz ki: Diren Kobane!