Kuyuya düşen adam

Sıcak ve kurak iklimiyle bilinen Ortadoğu coğrafyasında çok sayıda kuyu hikayesi vardır. Kuyular hem içine düşülebilen tehlikeli tuzaklar hem de onsuz edilemeyen su kaynakları olarak görülürler.Bu hikayelerden belki de en ünlüsünü duymuş olabilirsiniz:Eşeğin biri su içmek için fazla eğilince kuyuya düşmüş, kuyunun dibinden acı içinde bağırıp anırmaya başlamış. Köylüler onu derin kuyudan çıkartmak için bildikleri tüm yöntemleri denemişler ama nafile, başaramamışlar. Bunun üzerine, hayvan daha fazla acı çekmesin diye üzerine toprak atarak gömmeye karar vermişler. Küreklerle kuyuyu doldurmaya başlamışlar. Ancak, toprak biriktikçe eşek debelenip üste çıkıyormuş. Bu şekilde yüksele yüksele kuyunun tepesine kadar ulaşmış ve kurtulmuş!
Bir başka ünlü kuyu hikayesi de aslında kuyunun kenarında geçiyor: Adamın biri kuyuda yaşayan bir yılanla dost olmuş. Yılan adamı çok sevmiş ve her ziyaretinde ona bir altın vermeye başlamış. Bu böylece uzun süre devam etmiş. Günün birinde adam hastalanınca oğlunu kuyuya göndermiş. Yılan ona da bir altın vermiş. Açıkgöz ve tamahkar genç adam, yılanı öldürüp kuyudaki tüm altınları almak hevesiyle yılana kocaman bir taş atmış. Taş yılanın kuyruğunu kopartmış. O da kendisine saldıran genci ısırıp zehirleyerek öldürmüş. Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra yaşlı adam yine altın alırım hevesiyle kuyunun başına gelmiş. Ama yılan "Boş yere çabalama!" demiş adama. "Bende bu kuyruk acısı, sende de o evlat acısı varken eskisi gibi olamayız".
Nasreddin Hoca'nın kuyu hikayesi de çok anlatılır:Mehtaplı bir gece vakti kuyudan su almaya giden karısı, Hoca'ya ayın kuyuya düştüğünü söylemiş. Hoca gidip bakmış, gerçekten öyle, ay kuyudaki suyun içinde görünüyor. Hemen kancasını getirip ayı kuyudan çıkartmak için çalışmaya başlamış. Ama bir türlü başaramamış. Derken, kanca bir yere takılınca, var gücüyle asılan Hoca sırtüstü yere düşmüş. A, bakmış ay gökyüzünde. "Oh ya, demiş, kanca takıldı ama Ay’ı kurtardık!

Bir kuyu hikayesi de benden:
Her konuda her şeyi en iyi kendisinin bildiğini düşünen, kibirli mi kibirli bir derebeyi
varmış. İşte bu derebeyi bir gün kırlarda av peşinde koşarken, üzeri dal ve yapraklarla örtülü bir kuyuya düşmüş.Dibi bulup kendisine geldikten sonra, can havliyle hemen yukarı tırmanma çalışmalarına başlamış. Fazla ses çıkartmak istemiyormuş, çünkü onun her konuda esip gürlemesine alışmış olan ve her şeyi yapmaya kadir olduğunu sanan halkının böyle bir hata yapıp kuyunun dibine düşebileceğini görmesini istemiyor; kuyudan kimsenin haberi olmadan kendi gayretiyle çıkabileceğine inanıyormuş.Ancak öyle olmamış. Kuyunun duvarlarındaki taşlar yosunlu ve kayganmış. Kibirli mi kibirli derebeyi birkaç metre tırmandıktan sonra yeniden aşağıya düşüyor, sonra bir kez daha hamle yapıyormuş. Böyle saatlerce uğraştıktan sonra bitkin düşmüş ve bağıra çağıra lanetler yağdırmaya başlamış.Onun sesini duyanlar hemen kuyunun yerini saptamışlar, aşağıya bir ip uzatıp, perişan durumda olan, kibirli mi kibirli derebeyini yukarıya çekmişler. O hala kuyuya lanetler yağdırırken etrafına üşüşen danışmanları da “Ne kadar haklısınız efendim! Ne kadar yüreklisiniz! Kuyunun dibinde saatlerce kaldınız ama gık bile demediniz” türünden övgüler düzmekte imişler.Onu tedavi etmek üzere getirtilen yaşlı ve bilge hekimbaşı yalaka danışmanları bir kenara itmiş ve şöyle demiş: “Hiç kimse her şeyin en doğrusunu yapamaz. Doğru zamanda yardım istemesini bilmek, doğru insana yardım etmek kadar önemli bir erdemdir”.

***
Şimdi bu kuyu hikayeleri nereden çıktı, diyeceksiniz. Bu kıssadan hisselerin son zamanlarda bizim yaşadıklarımızda ne ilgisi var? Bilmem! Ben bir ilgisini göremiyorum. Ya siz?

Önceki ve Sonraki Yazılar