7 maddede bilinmeyen Tarkan

7 maddede bilinmeyen Tarkan

O, Türkiye’nin bir numaralı pop starı. Tam 24 yıldır sadece kendi ülkesinde değil, dünyanın hemen her yerinde parlayan bir yetenek...

Çoktan anladınız, Tarkan’dan söz ediyoruz. Kariyerinin 16 yıllık kısmında onun sadece avukatlığını yapmayan, yeri geldi mi arkadaşı, koruması hatta asistanı olan biri vardı: Süheyl Atay. Duayen magazin gazetecisi Ali Eyüboğlu, arkadaşı Atay’dan dinlediği Tarkan anılarını, bir kitapta toplamaya karar verdi ve iki yıllık bir çalışmanın sonunda ortaya ‘Bir Megastar: Tarkan’ çıktı... Kitapta Tarkan’ın bilinmeyenlerini ve hatta nasıl zekice şakalar yapan biri olduğunu okuyacaksınız… Sevenleri için ‘Bir Megastar: Tarkan’dan tadımlık… 

1) Fransa’daki talihini döndüren çalgıcı 

Marsilya’daydık. Tarkan, Türkiye’de stardı ama Fransa’da esamisi okunmuyordu. Limanda oturduk. Onun Fransa’da nerelere gidebileceği üzerine fikir yürütüyorduk, hiçbir zaman Türkiye’deki gibi olmayacağını söyledi. Ben de ona “Şöyle bir hayal kur: Bir yıl sonra Paris sokaklarında yürüyemiyorsun” dedim, yanıtı “Hayali bile güzel!” oldu. Çarşıda akordeon çalan bir kadın gördük. “Cebindeki bütün paraları bu kadına vermeni istiyorum” dedi. Çalgıcının meraklı bakışları arasında bavul yarıya kadar para doldu. “Senin bu kadar gönlünden verdiğin para sana binlerce misliyle geri dönecektir tez zamanda!” dedim ve bu olaydan tam bir yıl sonra Tarkan gerçekten Paris sokaklarında yürüyemiyordu. Bir yıl geçtiğinde tüm dünyada 2.5 milyon single, 1 milyon albüm satmıştık.

2) Ricky Martin’in kendi evinde Tarkan’la yarışı 

Avrupa’daki başarıları anlayabiliyorduk. Neticede Avrupa’nın her yerinde Türkler yaşıyordu. Rusya’nın en popüler sanatçısı Tarkan’dı. Japonya ve Uzakdoğu’nun diğer ülkelerini ise Barış Manço’dan günümüze gelen sempatileriyle açıklayabilirdik. Ama bir yer vardı ki inanamıyorduk. Orta ve Güney Amerika… Kimi yerlerde Tarkan albümü Shakira, Enrico Iglasias, Gloria Estefan albümlerinden çok satıyordu. Dünyayı kasıp kavuran Ricky Martin bile kendi ülkesinde Tarkan’la zirve mücadelesi veriyordu.

3) Fotoğraf şantajının arkasındaki gerçekler

Bir gün (ekipten) Uygar Ateş beni aradı. Amerika’dan birinin kendisini aradığını, elinde Tarkan’ın ‘uygunsuz fotoğrafları’ olduğunu, Tarkan’ın Amerika’daki bir arkadaşının evi taşınırken bu fotoğrafların çalınarak onlara geçtiğini söyledi. 15 gün sonra adam İstanbul’daydı. (İstediği) parayla yatırım yapacağını, ailesinin geleceğini düşünmek zorunda olduğunu söyledi. Ama biz hiçbir şekilde böyle bir şantaja boyun eğmeyecektik. Tarkan’ın evine gittim; dokunsan ağlayacak gibiydi. “Ne kadar acımasız bir şey değil mi bu? Sence bütün bunları hak etmek için ne yaptım?” dedi.

Sanığı aradım ve buluşmaya ikna ettim. Sonrası tahmin edilebileceği gibi söz konusu yerde buluşma, kısa bir muhabbet ve emniyet görevlilerinin masamıza gelmesiyle ilerledi. Uçakla İzmir’den İstanbul’a dönerken yanımızdaki sanığın kimliğini öğrenen yolcular gelip sanığa tepki gösteriyordu. Ertesi gün onlarca basın mensubunun önünde herkese şu soruyu soruyordu: “Siz kim oluyorsunuz da, beni yargılayabiliyorsunuz!” O gün, Tarkan, kendisine dönük her türlü dedikodu çarklarını bir daha dönmemecesine durduruyor; hayatta hesap vereceği tek makamın -işaretparmağıyla göstererek- yukarıda olduğunu vurguluyor ve kendisiyle ilgili yapılan tüm tartışmayı noktalıyordu.

4 )‘Kuzu Kuzu’nun kaderini değiştiren yayın 

Tarkan ‘Kuzu Kuzu’yu çıkardığında kimse beğenmedi. Herkes hayal kırıklığı içindeyken Tarkan “Türkiye şarkıyı benim ağzımdan bir TV programında ilk kez izleyip şarkıyla bütünleştiğinde her şey çözülecek” dedi. Bu Tarkan’ın star öngörüsüdür. Gerçekten de Hülya Avşar Show’da şarkıyı “Bi daha! Bi daha!” çığlıkları arasında üçüncü kez söylediğinde herkes o şarkının patladığını biliyordu. O program Tarkan’ın kendini ifade etme konusundaki zafiyetini de su yüzüne çıkardı. Çünkü, Hülya Avşar ona, “Bunca yıl ne yaptın yurtdışında?” diye sorduğunda, başarılarını anlatma fırsatını yakalamışken, Avşar’ın saçlarıyla uğraşmasına takılıp, bu fırsatı heba etti.

5) Gizlice yapılan ‘kokoreç’ operasyonu 

Bir gün ekip olarak canımız kokoreç çekince Beyoğlu’na gittik, Tarkan aradı. “Ya ne güzel... Yıllar oldu bir kokoreççiye gidip ağız tadıyla kokoreç yemediğim! İnsan istediği zaman kokoreççiye gidip kokoreç yiyemez mi? Böyle şeyleri duyunca, bu duyguyu yaşayınca hay lanet olsun diyorum yaşadığım hayata! En basit hayat zevklerinden mahrum olmak ne kadar kötü bir şey” dedi. Madem çok özlemişti dışarı çıkıp kokoreç yemeyi, planlar yapıldı. Kafada yün bir bere, Tarkan’ın başı önünde, köşede bir masaya oturduk. Tarkan’ı konuşturmadan onun adına da biz verdik siparişi. Kokoreçleri iştahla götürmeye başladık. Ne hissettiğini tam olarak kestirmek zor ama arada yukarıya kaldırdığı yüzüne baktığımızda endorfin salgılayan mutlu bir insan görüyorduk karşımızda!

6) Makarna konusunda fantezi dolu arayışları 

Tarkan’ın şerefine verilen bir yemekte önümüzdeki tabağın sağında solunda ve de üstünde yer alan çatal, kaşık ve bıçak düzenlemesinin ne anlama geldiğini, bazen birbirimize sorarak, bazen de sağdan soldan kopya çekerek anlamaya çalıştık. Ama bu konuda hiçbir zaman bir komplekse kapılmadık. Arkadaşlarına ve dostlarına içinden geldiği zaman yemek yapmayı sever. Makarna ve salata konusunda fantezi dolu arayışları vardır.

7) Tarkan: Ölünce lüzumsuz şeylerden kurtulacağız 

Bir gün arkadaşlarımızla ölüm üzerine konuşuyorduk. Şuna benzer bir şeyler söylemişti: “Benim ölmekten yana hiçbir korkum yok. Sadece farklı bir boyut diye düşünüyorum. Ölüm sadece kalanlar için acı bir şey. Belki ölünce lüzumsuz birçok şeyden de kurtulmuş olacağız. Biraz böyle bakmalı ve teselli bulmalıyız diye düşünüyorum.” Tabii bunları konuştuğumuzda Tarkan 30’lu yaşlarındaydı, ben 40’lı yaşlarda… Şu an aynı şeyleri düşünüyor mu bilemem. Hayvanları çok sevdiğini biliyorum. Bir gün ormanlık bir alanda bir iguana görmüştük. Her gören fotoğrafını çekti ve gitti. Tarkan ise saatlerce besledi, ilgilendi...

Kitabın yazarı Ali Eyüboğlu: Bu kitap Tarkan’ı geçmişiyle yüzleştirdi 

“Tarkan’ın 16 yıl avukatlığını ve yol arkadaşlığını yapan arkadaşım Süheyl Atay’ın anlattığı bir yığın ilginç anı vardı. Bunları kitaplaştırma konusunda birbirimizi teşvik ettik. Kitabı basılmadan önce ilk okuyan da Tarkan oldu. Sadece birkaç küçük ricası oldu, sonuçta kapak fotoğrafından son sayfasına kadar Tarkan’ın da bizim de içimize sinen bir kitap ortaya çıktı. Onu da adeta geçmişiyle yüzleştirdi. Üzerinden yıllar geçen söyleşilerdeki sözleri için, tebessümle, ‘Neler söylemişim ben böyle?’ dediği kanaatindeyim. Sonuçta insan, sürekliği değişen ve gelişen bir canlı.”