
Açlık Oyunları: Gıda bolluğu ve çarpıtılan gerçekler
Dünya bugün 10 milyar insanı besleyecek gıdayı üretebiliyorken, 2 milyar insan mikrobesin öğeleri yetersizliği yaşamaktadır...
Dünya bugün 10 milyar insanı besleyecek gıdayı üretebiliyorken, 2 milyar insan mikrobesin öğeleri yetersizliği yaşamaktadır (ki bu insanların 821 milyonunun 2018 yılında kronik olarak yetersiz gıda almakta oldukları belirlenmiştir). Buna rağmen genetik mühendisliğe dayalı üretimi destekleyen kuruluşlar eğer dünyayı beslemek ve üreticiye sahip çıkmak istiyorsak genetik mühendisliğin gerekli olduğu iddiasında ısrar etmekteler.
Her şeyden önce genetik mühendisliğe dayalı üretimi destekleyen kuruluşların faydası ve etkisi ile ilgili soru işaretleri oluşması için yeterli bulgu olduğunu belirtmek gerekir. Bu bulgulara rağmen genetik mühendisliğe dayalı üretime üstün gelen geleneksel opsiyonlar ve yenilikler, güçlü ancak güvenilir olmayan the Gates Foundation gibi özel iştiraklerin genetik mühendisliğe dayalı mahsullerin tanınması için baskı oluşturmaları sebebi ile yeterince dikkatli irdelenmeden kenara atılmak tehlikesindedir. Oysa genetik mühendisliğe dayalı üretimin sahip olduğu artı değer, ağırlıklı olarak bu tür üretimin arkasında duran iştiraklerin sağladığı finansal destekten kaynaklanmaktadır.
Bunun yanı sıra genetik mühendisliğe dayalı üretimin bir yere kadar geleneksel uygulamalara bütünleyici olduğu kabul edilebilir. Ancak bu kabule rağmen, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) projesinin başlangıcından beri kullanılan teknoloji ile ilgili ciddi endişeler vardır. Sektörün aksini iddia etmesine rağmen, genetik mühendisliğe dayalı üretimin insan sağlığı üzerindeki etkilerine dair henüz herhangi bir bilimsel uzlaşı bulunmadığını da görmek gerekir.
Cartagena Protokolü (biyolojik çeşitliliğe ilişkin sözleşme) ve Codex (Gıda Standartları Komisyonu) genetik mühendisliğe dayalı üretim ve mahsullerine ihtiyatlı şekilde yaklaşmakta ve bu tarz üretimin yerleşik ve geleneksel üretim standartlarından farklı olduğu hususunda anlaşmaktadır. Genetik mühendisliğe dayalı üretimin pazara sunulmasının önünde duran geçerli nedenler vardır. Bu anlamda genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) çevreye zararları, topluma, ekonomi ve sağlık üzerine etkileri ile ilgili olarak değerlendirmelerin bağımsız olarak yapılması gerekmektedir.
Genetik mühendisliğe dayalı üretimin dünyanın ihtiyacı olan gıdayı sağlamak için gerekli olduğunu savunan genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) projesini destekleyen lobinin bu iddiasını değerlendirebilmek için öncelikle küresel dünyada geçerli olan gıda üretim sistemlerini ve bunun dinamiklerini anlamak gerekir. Bu öyle bir sistemdir ki; fazla olan gıda üretimine rağmen yetersiz beslenme ve açlık sorunu giderilememektedir. Andrew Smolski’nin de belirttiği gibi kapitalist dünyadaki üretim biçimi ‘varlık içinde yokluk’u yaşatmaktadır.
50 yılı geçkin bir süredir, yeni geliştirilen küresel gıda üretim sisteminde tarım, ihracata yöneliktir ve tek tip ürün yetiştirilmesine dayalıdır (sıklıkla verimli tarım arazileri gıda-dışı ürünlerin yetiştirilmesine ayrılmaktadır). Ayrıca ülke borçlarının geri ödenmesi ve Dünya Bankası/ IMF yapısal düzenleme yönergeleri ile de yakından ilgilidir. Bunun sonucu olarak gıda üreten yerel üretici sistemin dışına itilmekte, batıdaki tarımsal gıda imparatorlukları birleşmekte ve halkını doyuracak gıdayı üretebilecek olan ülkeler açlık çeken ülkelere dönüşmektedir.
Bu dinamikler etkisini sürdürdüğü ve gıda ile ilgili politikalar aynı şekilde devam ettiği sürece, genetik mühendisliğe dayalı üretimin dünyayı doyuracak bir çözüm olduğuna inanmak saflık olacaktır ve gerçekçi bir yanı yoktur. Daha da acısı eğer ülkeleri doyurmak için ihtiyaç duyulan gıda ürünlerini kapitalist dünyanın dayattığı gıda üretim ve dağıtım sistemi içerisinde sadece bir meta olarak görmeye devam edersek, bunun getirdiği sonuçları görmeye de devam edeceğiz. Bu sonuçlar; gıdaların şeker, kötü yağlar, sentetik katkı maddeleri, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve böcek ilaçları ile tamamen kirlenmesi, obezite, diyabet, kanser vakaları gibi hastalıklar ve ciddi sağlık sorunlarında artış olarak görülecektir. Bunlara ek olarak tüketime dayalı bu sistemde kendini doyurmak için gerekli gıdayı dahi alamayacak fakir nüfus, hala aynı şekilde yetersiz beslenmeye ve açlıkla mücadeleye mahkumdur.
Hindistan’ı örnek olarak alırsak, dünyadaki açlık çeken ülkeler listesinde başlarda olmasına rağmen, ülke kendine yetecek tahılı üretmeyi başarmış ve halkını doyuracak yeterli gıdayı sağlamıştır. Dünyanın en büyük süt, bakliyat ve darı üreticisi ve aynı zamanda ikinci en büyük pirinç, buğday, şeker kamışı, yerfıstığı, sebze, meyve ve pamuk üreticisidir.
Bu şekilde bakıldığında çiftçiler yeterince gıda üretiyor. Anlaşılıyor ki; açlık ve yetersiz beslenme başka sebeplerden kaynaklanmaktadır (yetersiz gıda dağıtımı, eşitsizlik ve fakirlik gibi sebepler). Söz konusu durum tekrar varlık içinde yokluk tezini doğrular niteliktedir. Kendi topraklarında milyonlar aç iken, ülke hala dışarıya gıda ihracatı yapmaya devam etmektedir.
Genetiği değiştirilmiş gıda (GDO) üretimini destekleyen lobi genetik mühendisliğinin verimliliği artıracağını ve çiftçinin daha iyi bir gelir elde etmesinin önünü açacağını iddia ederken aslında yanlış yönlendirme yapmaktadır. Bu yanlış yönlendirme ile kritik olan politik ve ekonomik bağlamları görmezden geliyor. Çünkü Hindistan yeterinden fazla gıda üretimi yapıyor olmasına rağmen, ülkedeki çiftçiler maddi anlamda çok büyük sıkıntı içindedirler.
Hindistan’daki çiftçilerin yaşadığı sıkıntı düşük üretim kapasitesinden kaynaklanmamaktadır. Bu sendelemenin sebepleri; Neoliberal politikalar, yıllardır süre gelen ihmaller, küçük toprak sahibi çiftçiyi devredışı bırakmak için Dünya Bankası ve yağmacı tarımsal gıda imparatorluklarının yürütüğü kasıtlı çalışmalardır. Bunların sonucu olarak kırsalda yaşayan fakir nüfusun yeterli beslenememesi ve açlık çekmesi şaşırtıcı değildir.
Genetiği değiştirilmiş gıda (GDO) üretimini destekleyen lobi yine de ‘yerel üreticilere/ çiftçilere yardım etmek’ ve ‘dünyanın besin ihtiyacını karşılayarak herkesi doyurmak’ gibi hayati önemi olan başlıkları bir propoganda aracı olarak kullanmaktadır. Gerçekte yaptıkları kendi politik ve ekonomik çıkarlarını korumak için hayati önemi olan bu meseleleri öne sürerek konuyu çarpıtmaktır.
Ekolojik Tarım İlkeleri
Küçük toprak sahibi çiftçilerin geleneksel uygulamalarının çoğu bugün karmaşık ve yüksek verimlilikte ürün alımına uygun sürdürülebilir bir üretim olarak kabul edilmektedir. Bu uygulamalar düşük maliyetli sistemlerin tarıma yaklaşımında birleştiği bazı kıstasları ele alır. Küçük toprak sahibinin geleneksel olarak kullandığı bu uygulamalar, diğer kıstasların yanı sıra, yerel gıdanın güvenirliği, güvenliği ve özerkliği, tarım arazilerinde dönüm başına ekilen gıdanın çeşitliliği, sulamanın verimli ve istikrarlı yapılması, iklim koşullarına uyumlu ya da dirençli ve verimli toprak yapısını önemseyen uygulamalardır. Ekolojik tarım kazancın dışarıya gönderildiği endüstriyel yaklaşımdan uzaklaşmayı temsil eder. Ki bu endüstriyel yaklaşım sağlık ve çevre üzerinde büyük baskı oluşturan yegane sebeptir.
FAO’nun (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) son zamanlarda yayınlanan üst düzey bir raporunda, ekolojik tarım yapan kuruluşlar ve kimseler ile küçük toprak sahibi çiftçilere, gıda güvenliğinin küresel çapta sağlanması için yatırım yapılması ve öncelik verilmesi için çağrıda bulunulmuştur.
Küçük toprak sahibi çiftçilerin (GDO’suz tarımla ilgilenen üretici) yaptığı tarım düşük maliyetli metodlar kullanmaktadır. Bu metodlarla toplam üretimde büyük ölçekli endüstriyel çiftliklere göre daha üretken olma eğilimindedirler ve iklim değişikliğine karşı daha karlı ve dirençli olabilirler.
Küresel olarak endüstriyelleşmiş tarımın devlet yardımlarının yüzde 80’i ve araştırma fonlarının yüzde 90’ını almasına rağmen, küçük ölçekli tarım dünyayı beslemek hususunda önemli bir rol oynamaktadır. Bunun yanında tarımsal gıda imparatorlukları ciddi sağlık sorunları, sosyal ihtiyaçlar ve çevrenin korunmasına dair önlemlerle ilgili giderleri gözardı etmeleri sebebi ile bu çok büyük devlet yardımları ve fonlar kar odaklı bir sistemi desteklemiş olmaktadır.
Bu şirketler, maddi güç ile sahip oldukları nüfuzlarını, lobi içerisindeki pozisyonlarını ve iletişim ağlarını, finanse edilmekte olan bilim alanlarının çalışmalarını ve politik etkilerini bir avantaj olarak kullanarak kanun yapıcılar üzerinde kendi tarım politikalarını dayatacak bir etki kurmaktadırlar. Buna karşılık olarak, Dünya Bankası’nın endüstriyel tarıma, yani gıdayı meta olarak gören tarıma yaptığı yönlendirmeler, Dünya Ticaret Örgütü’nün ‘tarım sözleşmesi’ ve ticaretle ilgili fikri mülkiyet hakları da bu şirketlerin çıkarlarını güvence altına alınmasına yardımcı olmaktadır.
Aynı zamanda, genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) dayalı tarımı destekleyenler var olan gıda sisteminin yapısındaki sorunları bilinçli olarak görmezden gelmeye devam etmektedirler. Bu durumun can alıcı yanı ise; var olan gıda sistemi çözeceğini iddia ettiği problemlerin aslında kaynağıdır da. Genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) dayalı tarımı destekleyen lobi kendi ideolojik ajandasını kibirle uygulamak istemektedir. Bu amaçla da yoksulluk, açlık ve yetersiz beslenmenin temeldeki nedenlerini göz ardı ederek, yeterli ve bol gıda üretimi için önerilen samimi çözümleri gözden düşürmeye çalışmaktadırlar.
Global Research Centre for Research on Globalization
Colin Todhunter
www.globalresearch.ca
https://twitter.com/colin_todhunter
https://www.globalresearch.ca/hunger-games-food-abundance-twisted-truths/5695734
Çeviren: Işıl Çağırıcı