Muzaffer Abi de “Hakka Yürüdü”

Muzaffer Abi de “Hakka Yürüdü”

Midran Yokuş, uzun yıllar yayınevinde birlikte çalıştığı Muzaffer İlhan Erdost'un ardından bir yazı kaleme aldı.

Muzaffer Erdost’u, rahmet istedi, Vecihi Timuroğlu’nun en iyi dostları arasında olması nedeniyle tanımıştım. Vecihi Timuroğlu, faşistler tarafından katledilen Kürşat’ın babasıydı; Muzaffer Erdost da, 1980 Askeri darbesinden gözaltına alındıktan sonra dövülerek öldürülen İlhan Erdost’un abisiydi. Vurgun yemiş bir baba ve bir abiden söz etmek kolay değildir.

Muzaffer Erdost’un yaşam öyküsünü kısaca özetlersek, Çamlıbel/ Artova/ Tokat 1931 doğumlu, yoksul bir ailenin çocuğu olup, 1956 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi mezunudur. Yazın hayatına, lise ikinci sınıfta Sivas’ta çıkan Ülke adlı gazetede, K. Kamu ile ilgili bir inceleme yazısıyla başlar. 1950’li yılların başında Evrim dergisi, 1957-59 yılları Pazar Postası Yazı İşleri Müdürlüğü, 1958-1963 yılları Ulus Gazetesi’nde çalıştı. Erdost’un nasıl bir üretken yazar ve aydın bir insan olduğunu anlamak için yazdığı dergi ve gazetelerin isimlerini sıralamam yeterlidir sanıyorum: Son Havadis, Cumhuriyet Gazetesi, Hisar, Yeni Ufuklar, Seçilmiş Hikâyeler, Açık Oturum, Kaynak, Mavi, Yön, Türk Solu, Dost Ülke, Papirüs, Türkiye Yazıları, Edebiyat ve Eleştiri, Yücel dergisi. İkinci Yeni şiir akımının isim babası olarak da bilinir.

Türkiye’de, 60 sonrası kuşağın Marksist klasiklerle tanışmasını sağlayan Sol Yayınları’nın kurucusudur. Bu yayınevi, yüz binlerce okurun ufkunu açmıştır. O’nu ölümsüzleştiren de bu örnek mücadelesidir. 1964 yılında kurduğu Sol Yayınları’nı, Türk Ceza Yasası’nın 142. Maddesine aykırı eylemde bulunmaktan hüküm giydiği 1971 yılına kadar yönetti. 1974 yılında af yasası ile mapushaneden çıktı. Devam ettirdiği yayıncılığı nedeniyle başı dertten kurtulamayan Erdost, 12 Eylül 1980 faşist dönemde sıkıyönetimce gözaltına alındıktan sonra dövülerek öldürülen Onur Yayınevi’nin sahibi kardeşi İlhan Erdost’a olan sevgisi ve onun anısını yaşatmak amacıyla kendi adıyla kardeşinin adını birlikte kullanmaya başladı. O günden sonra, Muzaffer Erdost, dostlarınca Muzaffer İlhan Erdost olarak çağırıldı.

1989 yılında İnsan Hakları Ankara Şube Başkanlığı yapan Muzaffer İlhan Erdost, 1989 yılında İlhanilhan Kitabevi’ni işletti. Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurucu üyesidir.

Muzaffer İlhan Erdost, 1950’li yıllardan başlayarak, yazılarında toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı Tarihi, tarım, özellikle de faşizm, işkenceler, idamlar, gözaltılar, kitap toplamalar, insan hakları ihlalleri ve demokrasi konularını işlemeye ağırlık verdi. Bu nedenle, öyle ki öğrenciliğinden başlanarak MİT tarafından sürekli izlendiğini, dostu Mustafa Şerif Onaran, şöyle anlatıyor: “ İlk kitabı Açık oturum Yayınları’ndan Cezayir’de Fransız generallerinin işkence yaptığı Henri Alleg’in La Question adlı kitabı yayınlanması MİT tarafından izlenmesinin nedenidir. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra bu kitaptan dolayı izlenmeye başlandığını öğrendi. 80 askeri darbesinde Emniyete alındığında bir komiser muavini elindeki kâğıda bakarak “Sen fakültede yaptığınız etkinlikte okuduğun şiiri hatırlıyor musun” diye sordu ve o kâğıttan o şiiri okudu…”

Okurların, Muzaffer İlhan Erdost’un eserleri ile ilgili bilgi edinmeleri onu daha yakından tanımalarının yanı sıra, mağara insanından uzay insanına dek insanoğlunun iç ve dış dünyasını, davranış biçimlerini, çatışmalarını özellikle de Türkiye’de demokrasi mücadelesini öğrenmeleri açısından oldukça önemlidir. O’nun demokrasi mücadelesi küçümsenemez. İnceleme, araştırma, eleştiri, derleme, şiir, öykü ve anlatı alanında sayıları otuzun üzerinde eseri vardır.

Atlarına binip gidenlere dair ne söylersek söyleyelim, sonuçta hep savruk sözler kullanırız. Yıllarca kaybettiklerimizin dökümünü yaparken, hep ama hep onların uğradığı acıları yazıyoruz. Ne yazık! Çağdaş “Abdal” Vecihi Timuroğlu kitabımın arka kapağında Evrim Alataş’tan alıntıladığım yazıyı hatırlatmak istedim: “Acı bizden başlayıp bize dökülen bir dere oldu yüreğimiz ve beynimiz bir korkunç anılar deposu’na dönüştü.” Yaşam yürüyüşünü tamamlayanlarımızın arkasından hep hüzünlü yazılar yazıyoruz. Muzaffer İlhan Erdost’un, Cemal Süreya’nın ölümünün arkasında yazdığı gibi:

“ Üç şair

Üçü de yaşamda değil.

Birini görmedim (Nazım Hikmet).

Biriyle fakülte yıllarında arkadaş oldum.

Biri, gece Ulus’a gelmiş, “Ben Ahmed Arif, kurban!” demişti.

Birsen bir kitap verdi imama. Okuyabiliyorum.

Önce Öp Sonra Doğur Beni. Cemal’in koynuna konması için.

Sinine yatırılmıştı Cemal, kefeni içinde. Yakınındaydım, görüyordum.”

Muzaffer abi, yerin aydınlık, yıldızlar yoldaşın olsun…

Midran YOKUŞ