Sinema camiası içerisinde, kendine özel bir saygınlık kazanan, 50 yılını Türk sinemasının tanıtılmasına katkıda bulunan; 2005 yılında kurduğu sadibey.com internet adresi ile sinemada bir referans noktası oluşturan Sadi Çilingir ile keyifli bir sinema sohbeti gerçekleştirdik.
Sinema ile 50 yıllık gönül bağınız ne zaman başladı?
70'li yıllarda Sinematek Derneği'nin yeniden faaliyete geçmesinin ardından 'sinema' hayatımda vazgeçemediğim bir tutkuya dönüştü. Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay'ın kaleme aldığı ve önerdiği filmlere gitmeye başladım. Çok sevdim ben sinemayı. Sevince de, o gün bugündür hemen her hafta üç dört film izlerim mutlaka sinemada.
Sinematografik birikiminizi değerlendirme şansınız oldu mu?
Emekli olduğum yıllarda, sinemalarda ücretsiz olarak dağıtılan, haftalık bir sinema gazetesi yayımlanmaya başlamıştı. Gazeteden yapılan yazılı çağrıda, sinema hakkında yazı yazmak isteyenler davet ediliyordu. Ben haftalık gazetede, sinema eleştirileri değil de daha ziyade sinemanın fiziksel koşullarını yazılarıma taşıdım. Sinemaların şatafatlı girişlerine, izbe çıkış kapılarına, yangın söndürme cihazlarının son kullanma tarihlerine, .. vb. bilgileri paylaştım. Kimsenin pek dikkat etmediği ayrıntılar oldukça dikkat çekti.
Dikkat çeken yazılarınız sizi hangi noktaya taşıdı?
Salkım Hanımın Taneleri filminin galasında Avşar Film'in sahibi Şükrü Avşar'ın yardımcısı Murat Çiçek'le tanıştık. O da beni Pinema Film'in sahibi Pamir Demirtaş ile tanıştırdı. Demirtaş, haftalık dergide yazdığım yazılarımı takip ediyormuş. Sonrasında kendi şirketi bünyesinde çıkarılan aylık dergide çalışmam için teklifte bulundu. Dergi yayın hayatına son verilinceye kadar, iki yıl kadar birlikte çalıştık.
Dergi kapanınca ne yaptınız?
Pamir Bey derginin kapatılmasının ardından beni bırakmadı. Şirketin tanıtım ve basın işlerini yürütmem için beni kadroda tuttu. Dolayısıyla, çok sevdiğim sinemanın mutfağına girmiş oldum ve sevdiğim bir işi yapma fırsatını yakaladım. Pinema Film daha sonra Avşar Film ile birleşti ve AP Filmcilik adıyla yoluna devam etti. Uzun zaman basın ve halkla ilişkiler görevini sürdürdüm. O yıllarda internet yaygınlaşmaya ve dijital tanıtımlar da önem kazanmaya başlamıştı.
sadibey.com internet sitesinin hikayesi nasıl başladı?
Oğlum Bilgi Üniversitesi'nde bilgisayar bölümünde okuyordu. Çalışmalarımın yoğunluğu artmaya başladıkça zorlandığımı farketti. İşlerimi daha kolaylaştırmak ve evrak yoğunluğunu azaltmak için bir internet sitesi kurmayı önerdi. İşim gereği çok fazla basın bülteni ya da sinemaya dair belge gönderiliyordu. Gelen bu bilgileri internet sitesine yükleyerek değerlendirmeye başladım.
Peki neden sadibey.com?
Sinema ve filmcilik ile ilgili internet sitelerin hepsine baktığımızda, isimlerinde bu ifadeler yer alır. Sinema camiasında yıllarca yer aldığınızda, insanlar size saygınlık ifadesi olarak 'bey' kelimesi ile hitap etmeye başlıyor. Oğlum bana sitenin adı konusunda fikrimi sorduğunda düşünmeden 'sadibey.com' olsun dedim. 2005 yılında başladığımız dijital yolculuğumuz birike birike bugünlere ulaştı.
Türk sinemasında 50 yılı öncesi ve sonrasına dair fikirleriniz nedir?
2000'li yıllardan sonra, yapımcıların ticari filmlere daha çok ağırlık verdiklerini düşünüyorum. Neredeyse 10 yaşımdan beri sinema izleyen birisiyim. 60'lı yıllardan 80'li yıllara uzanan dönemde Yeşilçam dediğimiz Türk sinemasının altın dönemini izlemiş biriyim. O zamanlar öncelik iyi bir sinema yapıtı ortaya koymaktı. Para günümüzde olduğu gibi ilk sırada gelmiyordu. Son yirmi yılda ticari kaygı ön planda yer almaya başladıkça, yaratıcılık ta bir körelme söz konusu.
Altın dönemi ayrıcalıklı kılan nedir sizce?
O dönemin en büyük özelliği olarak televizyonun olmaması ve büyük kitlenin sinemaya gitmesi olarak niteleyebiliriz. O dönemin sineması ülkenin giyim anlayışını, yeme-içme kültürünü, yaşam kültürünü ve sosyal algımızı etkileyebiliyordu. Türkan Şoray'ın gözleri diye bir örgü modeli vardı. Göksel Arsoy'un giydiği gömlek ya da takım elbise bir anda büyük bir ilgi görüyordu. O dönemde samimiyet vardı. Şimdi ki zamanda ticaretleşti.
Film festivallerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son yıllarda film festivallerin sayısı o kadar arttı ki, bence çoğu gereksiz. Neredeyse her ilde ya uzun metraj ya da kısa metraj film festivali var. Önümüzdeki on yıl içerisinde çoğu film festivali yok olacak. Çünkü çoğu kurumsal bir yapıya sahip değil. Çoğu belediye yönetimlerini arkasına almış festivaller. Belediye yönetimleri değiştiğinde festivallerde süreklilik sağlanamıyor. Buna kısa film festivallerini de dahil ediyorum. Uzun metraj filmler için dört ya da beş festivali maddi ve manevi açıdan tam olarak sürdürebilirliğini desteklemeliyiz. Hadi kısa filmlerde 8-10 tane olsun.
Günümüz sinemasında olumlu/olumsuz bulduğunuz özellikler neler?
Teknik imkanlarin geliştiğini kesinlikle söyleyebiliriz. Dijital kolaylık her önüne gelenin film çekebilmesinin önünü açtı. Dağıtım şirketlerinin tekelleşmesi iyi/kötü filmden ziyade, gişe başarısı ile doğru orantılı gelişmeye başladı. Gişede ilk üç gün yeterli izleyiciyi sinemaya çekemeyen gerçekten değer bulması gereken yapımlar vizyondan çekilirken, ıvır zıvır filmler piyasayı sarıyor. Bir de Netflix belası çıktı başımıza.
Netflix hakkında düşünceleriniz nedir?
Hiç sevmediğim bir anlayış. Sinemanın salonlarda izlenme tercihini, ortadan kaldıracak büyük bir tehdit gibi görünüyor. Her ne kadar ABD'de kapanmış bir sinema salonu satın aldığı ve film gösterimleri yapacaklarını duyurmuş olsalar da, sinemayı desteklemedikleri sürece karşısında olacağım.
OĞUZ TUGAY