Araştırmacı yazar Hüseyin Anıl Aslan “Din ve Milliyetçilik konuları hakkında büyük yanılgılarımız var”

Araştırmacı yazar Hüseyin Anıl Aslan “Din ve Milliyetçilik konuları hakkında büyük yanılgılarımız var”

Araştırmacı yazar Hüseyin Anıl Aslan, Kur’an dışında kaynak kabul edilmesinin İslam’ın özünden uzaklaştırıldığını savunarak, kapitalist sistem, mezhep anlayışı ve milliyetçiliğe dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Hüseyin Anıl Aslan, din ve ideoloji gibi Türkiye’de hassas kabul edilen konular üzerine yaptığı çalışmalarla son dönemde adını duyuran isimlerden biri. Bugüne kadar pek çok makaleye imza atan, yayınlara katılan ve söyleşiler düzenleyen ve 2 kitap yazan Aslan, Türkiye ve dünyadaki dini ve ideolojik sorunlar üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Din ve ideolojiler üzerine neden yoğunlaştınız? sorusuna Aslan şu cevabı verdi:
“Çocukluğumdan beri dini konulara ilgim vardı. İlk kez ilkokulda Din Kültürü dersinde bazı ayetlerin Arapça ezberletilip Arapça okutulmasıyla bir tuhaflık sezdim. Çünkü sözlüden geçsek bile Kur’an ayetlerinin anlamını bilmiyorduk. Tabiri caizse papağan gibiydik. Zamanla insanların ve toplumların din adına yaptığı şeylerin ‘gerçek din böyle olamaz’ düşüncesiyle çeliştiğini gördüm. Kur’an’da anlatılanların bize aktarılan dinden çok farklı olduğunu fark ettim. Kendimi geliştirmek ve insanları doğru bilgilendirmek amacıyla yoğun okumalar yaptım. Gelenekçilere ve deistlere karşı hem sosyal medyada hem de yüz yüze birçok tartışmaya katıldım. Üniversite yıllarımda ideoloji ve siyasal tarihe ilgim arttı. Ekonomi temelli bilgiler edindikçe bu ilgim daha da derinleşti. Türkiye’nin sosyolojik ve tarihsel yapısına odaklandım. İslam’ın nasıl yanlış anlaşıldığı, kapitalist sistemin Kur’an ve bilim ışığında nasıl çözülebileceği, ulus-devlet anlayışının seküler bir din gibi büyümesi gibi konularda ilerleme kaydettim.”

İslami görüşünüz nedir? sorusuna ise Hüseyin Anıl Aslan şu ifadelerle yanıt verdi:
“Bu tür sorulara ‘Sünniyim’ ya da ‘Aleviyim’ diyenler Kur’an hakkında hiçbir şey anlamamış demektir. Çünkü dinimizde mezhep diye bir şey yoktur. Mezhepler, İslam’a sonradan eklenmiş siyasi olgulardır. Kendimi popüler ifadeyle ‘Kur’an Müslümanı’ olarak tanımlayabilirim. Bu, Kur’an dışındaki dini kaynakları temel kabul etmemek anlamına gelir. Hadis, icmâ, kıyas ve mezhep kurallarını Kur’an’ın yanında bir otorite olarak görmüyorum. Bunu kişisel yorumla değil, Kur’an’daki yüzlerce ayete dayanarak söylüyorum.”

“Kandırılıyoruz” başlığıyla devam eden açıklamalarında Aslan, öğretilen İslam anlayışının tarihsel süreçte nasıl değiştirildiğine dikkat çekti:

“Öğretilen İslam, Emevi döneminde budaklanmış, Abbasi döneminde zirveye ulaşmıştır. Günümüze kadar gelen bu anlayış insanları Kur’an’ı okumamaya, anlamamaya ve sorgulamamaya yönlendirmiştir. ‘Kur’an Arapça’dan başka okunmaz, sorgulama, hadis olmadan Kur’an anlaşılmaz’ gibi söylemlerle insanlar Kur’an’dan uzaklaştırılmıştır. Şeyhlere ve tarikatlara inanmış,  Sözde “Allah dostları” denilen kişileri takip etmek ve şefaat bekleyip günahlardan arınmak gibi düşüncelerle akıl dışı bir teslimiyet oluşturulmuştur. Oysa gerçek bir Müslüman bu gibi hurafelere karşı çıkar. Bize ‘reformist’ diyorlar ama biz özde Kur’an’a dönüş hareketiyiz.” “Dinde anti-reform Emeviler ve Abbasiler zamanında yapılıp günümüze kadar ulaştı.”

Deist görüşlere ilişkin düşüncelerini de paylaşan Aslan, deistlerin eleştirdikleri din anlayışının aslında Kur’an’da yer almadığını ifade etti:
“Türkiye’de inananların çoğu Kur’an’dan bihaber. Deistler de hadis, tarikat ve mezhep uygulamalarını din sanarak uzaklaşıyor. Ancak Kur’an’ı düşünerek, anlayarak okuyunca gerçekler ortaya çıkıyor.”

Hadislerin ve Resul kavramının yanlış anlaşıldığını vurgulayan Hüseyin Anıl Aslan, bu konuda da net ifadeler kullandı:
“Kur’an eksiksiz ve açıklayıcıdır. Nebiler ancak Resul sıfatıyla vahiy alır ve bu da sadece Kur’an ayetleridir. ‘Hadis’ kavramı, Kur’an’dan yüzlerce yıl sonra yazıya geçirilmiştir. Hz. Muhammed hadis yazdırmamıştır. Onun Resul sıfatıyla ilettiği ve içeriği Kur’an ayetleriyle sınırlı olan vahiy dışındaki yaşamı bizim sorumluluğumuzda değildir. Peygamber kelimesi Farsçadır. Kur’an’da Nebi ve Resul kavramları geçer. Bu iki kelime farklıdır ortak anlam olarak peygamber denilerek birleştirilemez. Hz. Muhammed de bir insandır. Biz onu ilahlaştırarak Yahudilerin Hz. Üzeyr’e, Hristiyanların Hz. İsa’ya yaptığı hataya düşüyoruz.”

Antikapitalist Müslümanlar oluşumunun teorisyenlerinden biri olduğunu belirten Aslan, devrim fikrini sadece Marx üzerinden değil, tüm peygamberlerin adaletsizliğe karşı verdiği mücadeleyle ilişkilendiriyor:

“Kur’an’daki bütün nebiler yaşadıkları dönemdeki adaletsizliklere karşı çıkmıştır. Biz bunu dindar kesime Kur’an ile, seküler kesime Marx ile anlatıyoruz. Gerçek İslam, işçi sömürüsüne, zengin-fakir uçurumuna karşıdır. Kur’an’ı anlayacak şekilde okursak” kenz infa zekat” kavramlarının ne denli önemli olduğunu görürüz. Din adamı gibi görünen bazı kişiler lüks hayatlar sürerken insanlara hurafeler anlatıyor. Kur’an’da ruhban sınıfı yoktur. İhtiyaçtan arta kalanı vermek farzdır. Ekonomik adaletsizlik karşısında susan gerçek Müslüman olamaz.”

Son olarak milliyetçilikle ilgili görüşlerini de paylaşan Hüseyin Anıl Aslan, bu ideolojinin modern çağın seküler dini haline geldiğini savundu:
“Milliyetçilik, İnsanları seküler olarak uyuşturmak üzere dünya tarihinde Haçlı Seferleri’yle tomurcuklanmaya başlamış, Westphalia Antlaşması sonrası 17. yüzyıl ile birlikte iyice şekillenmiş ve son haline Fransız İhtilali sonrası girmiş bir kavramdır milliyetçilik. Burada amaç; Orta Çağ sonrası feodalizmin çökmesi, kapalı ticaretten açık ticarete geçiş, reform hareketleri ile dini sorgulamaların ve aydınlanmaların başlamasıyla, artık dini sözlerle halkın eskisi gibi savaşa ikna edilememesi nedeniyle seküler bir motivasyonla ordu yaratmaktır.

Düşünün, örneğin Osmanlı’da kaç farklı etnik grup vardı? 1800’lere kadar kim, ‘sen şu milletsin, ben bu milletim’ diye kavga etmiş?

Milliyetçilik ve millet kavramı, sanılanın aksine sonradan oluşturulan kavramlardır. Millet sözcüğünün kökenleri incelendiğinde, örneğin İspanya Kraliyet Akademisi Sözlüğü’nün 1884 basımından önce, modern anlamda “devlet”, “millet” ve “dil” terminolojisi kullanılmamıştır. 1884’ten önce “nación” sözcüğü, basitçe “bir eyalet, bir ülke ya da bir krallıkta oturanların toplamı” ve aynı zamanda “bir yabancı” anlamına geliyordu. 1884 basımıyla birlikte artık “her şeyden üstün bir ortak yönetim merkezini tanıyan bir devlet ya da politik birim” anlamları eklenmiştir.

Osmanlı’ da Son 200 yıla kadar bir Ermeni ya da Yunan, bir Türk’e ya da Arap’a “sen benim milletimden değilsin” diyerek kavga etmemiştir. Bu kavramın ne olduğunu dahi bilmemişlerdir. Anakronik hatalar yapılıyor. Bu kavramlar sonradan bilinçli şekilde çıkarıldı. Gelişen ve küreselleşen dünya endüstrisi ve emperyalist sömürge savaşları için halkın ikna edilmesi gerekiyordu. Din sınıfının yerine geçen burjuva ve aristokrat sınıfı, bunu liberal ve kapital hedefler doğrultusunda oluşturmuştur. Savaşlarda ölecek insan bulmak zorundalardı. Ulusçuluk, gerçek anlamda ulusların oluşturduğu bir kavram değildir. Aksine ulusları meydana çıkaran ulusçuluğun ta kendisidir. İtalyan devlet adamı Massimo D’Azeglio nun bu sözü bu anlattıklarımın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. “İtalya’yı yarattık, şimdide İtalyanları yaratmalıyız.

Ben senden üstünüm, senin dilin konuşulmasın, benimki konuşulsun, tek kültür olalım, tek bir geçmişimiz olsun, en büyük ırk benim ırkım” gibi sözlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünün. Başta 1. Ve 2. Dünya Savaşları olmak üzere acı şekilde deneyimledik. Bu durum Hitler’le birlikte felaketin zirvesine çıktı. İnsanlar kapitalizm uğruna uyuşturuldu. Halbuki hepimiz insanız ve eşitiz. Müslümanız diyoruz ya hani, Kur’an’da bir ayet gösterin milliyetçilikle ilgili?

İlk ırkçılık ve milliyetçilik suçunu işleyen, kendisini büyük gören iblis değil midir? Onun yaptığını mı yapacağız?

Buradaki kastımın ülkesini seven ve Kurtuluş Savaşı’nda emperyalistlere karşı savaşan halk olmadığının altını çizmek isterim. Hepimiz ülkemizi sevmeliyiz. Sonuçta yaşadığımız topraklardır. Ancak kendimizi ırk olarak gösterip başkalarına zulmetmek, onları saymamak, kendimizi büyük görmek büyük bir hatadır.”