Ergenekon işbirlikçileri (3)

Gelin size Ergenekon tertibinde gizli tanık Mart üzerinden yürütülen bir başka tertip, bir başka tezgâh, bir başka tuzak daha anlatayım:

“Tarih;

01.11.2012!

Yer;

Ergenekon mahkemeleri!

253’ncü celse!

Ergenekon’un avukatlarından(!) Zeynep Küçük, Gizli Tanık Mart’a şu soruyu soruyordu:

“Bir tapudan bahsediyorsunuz. Recep Tayyip Erdoğan’ın oğullarına ait tapu kaydının yayınevine Ankara’dan geldiğini, bunların yayınlanan kitaplarda yer aldığını söylüyorsunuz. Bahsettiğiniz tapu kaydının bir örneği şu anda sizde mevcut mudur?”

Mart: “Dosyaya verdim efendim, var!”

Zeynep Küçük: “Togan yayıncılığın hangi kitabında yayınlandı, bu tapu kaydı biliyor musunuz?”

Mart: “Yayınlanacaktı son anda İplikçi adlı kitap, yayınlanmama kararı alındı.”

Zeynep Küçük: “Peki bu tapu kaydının 16 Ağustos 2010 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde İlhan taşçı tarafından yayınlanan tapu kaydı olma ihtimali var mı?”

Mart: “Hiçbir bilgim yok. Ama bu tapu kaydı bize bundan önce geldi çünkü.”

Ve daha sonra Mart şunları da söylüyordu:

“Demek ki başka yere de servis yapılmış, bizde yayınlanmayınca servis yapıldığı belli. Ben onu söylemeye çalışıyorum.”

Gizli Tanık Mart: “2008 yılı ve sonrasında bir dönem Togan yayıncılıkta sorumlu müdür olarak görev yaptım… Çalıştığım dönemde ilgili ilgisiz bir sürü siyasi evrakta yayınevine geliyordu. Bu evraklardan bir tanesi de savcılığınıza ibraz ettiğim, fotokopi olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğullarına ait tapu kayıtlarıydı. Bunlar yayınlanan kitaplarda yer alıyordu…” şeklinde ifade veriyordu.

Şimdi;

Gizli tanık ne diyor?

“2008 ve sonrasında bir dönem yöneticilik yaptığım Togan Yayıncılık”

Yani;

Tapu kaydı, Togan’a ve gizli tanığa 2008 ve sonrasında gelmiş. Bu durum gizli tanığın beyanlarında da çok açık ve çok net.

Peki;

Zeynep Küçük, Gizli Tanık Mart’a nasıl soru soruyor:

“Peki bu tapu kaydının 16 Ağustos 2010 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde İlhan Taşçı tarafından yayınlanan tapu kaydı olma ihtimali var mı?”

Küçük avukat, bu soruyla Gizli Tanık’a can simidi atıyor, o da bunu değerlendirerek az önce de belirttiğim şu cevabı veriyordu:

“Hiçbir bilgim yok. Ama bu tapu kaydı bize bundan önce geldi çünkü.”

Ve ardından ekliyor:

“Demek ki başka yere de servis yapılmış, bizde yayınlanmayınca servis yapıldığı belli. Ben onu söylemeye çalışıyorum.”

Oysa; İlhan Taşçı, Haziran 2007’de yani Gizli Tanık Mart’ın Togan yayınlarına gelmesinden bir yıl önce Siyah Beyaz yayınlarından çıkan “Maskesiz Soygun” adlı kitabının eklerinde bu tapu fotokopiyi yayınlamıştı.

Ve yine; Aynı yazarın; Mayıs 2008 de basımı yapılan “Babam Sağolsun” adlı kitabının 74. sayfasında da aynı tapu fotokopileri yer alıyordu.

Kaldı ki; bu tapu kaydı 2007 yılı içinde yüzlerce internet sitesinde yer alıyordu.

Zeynep Küçük, tam bir tertipçi kurnazlığıyla tarihi 2010’a çıkarmış, kitap yerine gazete yazısı demiş, Mart’a pas atıp, gerçekleri gizleyerek kasıtlı bir şekilde, çıkmayan kitabımla da üzerimde şüphe yaratamaya çalışmıştı.

Halbuki; İlhan Taşçı’nın 2010tarihi diyerek bilerek yaptığı yanlış açıklama yerine, 2007basımı kitabını gösterse, Mart’ın tertibi ayna gibi ortaya çıkacak, yalanı ile başbaşa kalacaktı. Ancak ne garip ki Mart’ın tertibine su taşımış, çanak soruyla ona destek vermişti. Aldı.

Kaldı ki, Küçük avukat TSK’ya ait kasaturayı çalmaktan hükümlü kankası Oktay Yıldırım’ın 15.06.2007 tarihli polis ifadesini ortaya çıkarsa tapu kaydının 2007’de birçok internet sitesinde yer aldığı bir defa daha kanıtlanacak, Mart ise bir defa daha yalanı ile baş başa kalacaktı.

Nasıl mı?

Şöyle: Oktay Yıldırım’ın 15.06.2007 tarihli polis ifadesinin 14. sayfasında; “Ahmet Burak Erdoğan ve Necmeddin Bilal Erdoğan adına düzenlenmiş 1 adet tapu belgesi" kendisine sorulmuş ve o da bu soruya; “1 adet tapu belgesini internetten aldım” demişti.

Ne garip ki; Zeynep Küçük tüm bu gerçekleri saklamış, gizli tanığa kendisini kurtaracak ve beni de kasıtlı olarak zan altında bırakacak çanak soruları sormuş; ve böylece beni, haksız, hukuksuz, mesnetsiz, gerçek dışı iddialara muhatap etmiş, böylece tertipçilere en önemli desteği sunmuştu.

Bakın Zeynep Küçük şu basit bilgileri verememiş, soruları da soramamıştı.

“Yine savcı Cihan Kansız imzası taşıyan ifadenizin ikinci paragrafında 2008 yılı ve sonrasındabir dönem “Bizim Avrasya Yayıncılık Turizm ve İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nde sorumlu müdür olarak görev yaptım” şeklinde bir açıklama ile kimliğinizi açıkça deşifre ediyorsunuz, neden?”

Öyle ya; en cahil insan bile bilir ki, gerek İTO’nun internet sitesinde gerekse Ticaret Sicili Gazetesikayıtlarında bahsedilen tarihte görev yapan Sorumlu Müdür’ün ismini görmek en fazla iki dakika sürer ve hiç bir engelde yoktur…

Avukat olan avukatın bu durum da şu soruyu sorması gerekmez miydi?

“2008 yılı ve sonrasındabir dönem “Bizim Avrasya Yayıncılık Turizm ve İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nde sorumlu müdür olarak görev yaptım” cümlesi ile kimliğinizin çok kolay öğrenileceği konusunda Savcı Kansız size uyarı yaptı mı?”

Ve eklerdi:

“Savcılık ifadenizi dağıtan Mahkeme gerek Ticaret Sicili Gazetesi’ne gerekse İstanbul Ticaret Odası’na kimliğinizin deşifre edilmemesi içinyazı yazdı mı?”

Ve devam ederdi:

“Yine aynı mahkeme bu konuda yani kimliğinizin açık edilmemesi için yayınevinebildirimde bulundu mu?”

Zira; yayınevine telefon eden herkes “2008 yılı ve sonrasındabir dönem” müdürlüğünüzü yapan şahsın ismi ne dese” yayınevindeki çaycı bile ismi anında söylemez mi?

Söyler!

Ve yine gizli tanığa şu soruyu sorması gerekmez miydi?

“Siz; “Bakın ifademi dört bir yana dağıtıyorsunuz, “2008 yılı ve sonrasındabir dönem Bizim Avrasya Yayıncılık Turizm ve İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nde sorumlu müdür olarak görev yaptım” şeklinde ifade verdim… Bu ifadeden kolayca kimliğim ortaya çıkar tedbir alınsın” dediniz mi?”

Ve eklemez miydi?

“Siz, birçok kitabı olan, birçok gazetede yazı yazan bir yazarsınız nasıl olurda bu kadar basit bir tedbiri düşünmezsiniz?”

Sonra da gizli tanığın kimliğini dolaylı olarak deşifre eden savcılık ve mahkeme hakkında suç duyurusunda bulunurdu.

Hatta şu soruyu da sorabilirdi:

“Çeklerini alıp kaçtığınız iddia edilen yayınevinin sahiplerinden Av. Hasan Gürbüz’le işlediğiniz cinayetin ardından kaldığınız cezaevinde neler konuştunuz?”

“Ben bu olaydan nasıl sıyrılırım”diyerek taktikler aldınız mı?

Bu taktikler nelerdi?

Bu taktikler arasında gizli tanıklıkta var mıydı?

Av. Hasan Gürbüz benim avukatım olduğu halde gizli tanık Mart’ın dinleneceği gün garip bir şekilde davaya gelmedi.

Oysa bana “sen davaya gelme ben onun ne mal olduğunu ortaya çıkaracağım” demişti.

Küçük avukatı ve Hasan Gürbüz’ü baroya şikayet ettim.

Ümit Kocasakal yaman hukukçu yaaa!

Zeynep Küçük için şöyle cevap geldi;

“Avukat rakibini alt etmek için her yöntemi kullanır.” Cevapta Zeynep Küçük’ün benim rakibim hasmım olduğu belirtiliyor ve saçmalamanın nirvanasına ulaşılıyordu.

Oysa Hukuk Fakültelerinin birinci sınıfındakiler bilir; örgüt davalarında örgüt başı örgüt üyelerinin yaptığından da sorumludur. Onun aldığı cezayı o da alır.

Küçük’ün babası ve aynı zamanda müvekkili Ergenekon tertibinde bana da iftira olarak atılan Ergenekon örgütünün yöneticisi olarak gösteriliyor, ben de üyesi…

Ben ceza alırsam aynı ceza avukatın babasına da yazılmıyor mu?

Yazılıyor…

Peki, koskoca baro başkanı Ümit Kocasakal ve yöneticileri nasıl bu basit kuralı bilmez?

Bilmemeleri mümkün mü?

Yoksa içlerindekileri bir anda dışa mı vurdular?

Ve beni hasım gösterdiler…

Saçmalamanın zirvesine vardılar…

Bakın Ümit Kocasakal ve arkadaşları Av. Hasan Gürbüz hakkındaki şikayetimde, Hasan Gürbüz’ün “ben o zaman eşimle tatildeydim” şeklindeki açıklamasını yeterli ve geçerli buldular…

Ne güzel değil mi?

Siz kendinizi savunsun diye avukat tutuyorsunuz, çuval çuval para ödüyorsunuz. Sonra avukat gelip sizi savunması gerekirken sizin paranızla tatile gidiyor. Karşı taraf da mahkemede işbirlikçilerle şov yapıyor…

Sonra da Baro Başkanı Ümit Kocasakal ve arkadaşları o avukatı haklı buluyor.

Vallahi ben baronun o kararından sonra bir daha Zekeriya Öz’e kızamadım.

O bile bu kadarını yapamamıştı.

Yine işin en garip tarafı ne, biliyor musunuz?

Hasan Gürbüz’e ne Şemdin Sakık’la ne de Mart’la ilgili hiçbir soru sorulmaması.

Hatta sözde çok gizli olan tertibin anası Ergenekon lobi belgelerini tertipten bir süre önce Hasan Gürbüz’ün yayınevi müdürü İlhan Bahar yazdığı kitapta işlemiş, savcı da birebir oradan almıştı.

Gelecek yazıda o konuyu işleriz…

Önceki ve Sonraki Yazılar