Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

KIRK İKİ YILDIR AYNI FİLM

Yıllar, yıllar... 1979’un 1 Şubat akşam üstü Türkiye’nin tepesinde bomba patlamışçasına bir haber... Milliyet’in Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi, evinin önünde, otomobilinin içinde çapraz ateşe tutularak öldürüldü. O yılların Milliyet’i sosyal demokrasiyi, sosyal adaleti, insan haklarını savunan bir gazete. Türkiye kamuoyunda müthiş bir etkisi, ağırlığı var.  Kaptanı da Abdi İpekçi İşte o kaptan çapraz ateşe tutulup öldürülüyor. 
Sonrasını hatırlatmakta yarar var. Milliyet bir daha iflah olmuyor. Bir kaç yıllık bir debelenmenin ardından  imtiyaz sahibi Ercüment Karacan tarafından Aydın Doğan’a satılıyor. Abdi Bey’in katili olarak yakalanan Mehmet Ali Ağca ise Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçırılıyor. Gidip Papa Jean Paul’ü vuruyor. Yıllarca İtalya’da hapis yattıktan sonra Türkiye’ye iade ediliyor. 2010’da serbest kalıyor. Ağca’yı Maltepe Askeri Cezaevi’nden tanıştığı belirlenen Ülkücü mafya tetikçisi Abdullah Çatlı 1996’daki Susurluk kazasında ölüyor. Susurluk kazasıyla devlet-mafya ilişkisi  ortaya saçılıyor. Bu arada Ağca’yla birlikte İpekçi suikastında tetikçi olduğu saptanan Oral Çelik de zaman aşımından hakkındaki dava düştüğü için bugün muteber iş adamı sıfatıyla ortalıkta dolaşıyor.

Ne tatlı adalet değil mi?

İpekçi suikastının ardından ilerleyen yıllar içinde daha ne çok siyasi cinayet işleniyor. Say say bitmez. Siyasi cinayetlerin işlendiği dönemlerdeki hükümet yetkilileri, İçişleri Bakanları ağız birliği etmişçesine, “Merhumun kanı yerde kalmayacak. Bu menfur cinayeti işleyenler yakalanıp bedelini ödeyecek,” diyor. Hiç bir şey de ortaya çıkarılmıyor.

Şaka gibi...

Bugüne baktığımızda da eski tas eski hamam. Muhalif gazeteciler ağızları, burunları kırılana kadar dövülüyor. Bir siyasi genel başkan yardımcısı dayaktan hastanelik oluyor. Ana muhalefet partisi liderine, şehit ailesine baş sağlığı ziyareti yaptığı sırada linç girişiminde bulunuluyor. Failler toz. Hatta küçük ortak çıkıp, bu dayak olaylarının, dayağı yiyenler tarafından tertip edildiğini bile söyleyebiliyor. Pes ki ne pes!
Zamanlar önce Abdi Bey’in bir ölüm yıl dönümünde, kızı Nükhet İpekçi İzet’le konuşuyorum. Babasının ölümünün üstünden uzun zaman geçmiş olmasına karşın içinin acısı hala taptaze. Devlet bürokratları içinde  o günleri yaşamış olanlardan  hala hayatta kalanlar varsa ve bu yazıyı okurlarsa acaba içlerinde az da olsa bir sızı hissederler mi?
Siyasi cinayet kurbanlarını anma toplantılarına MHP’den hİç bir temsilci katılmadığına işaret eden Nükhet İpekçi İzet diyor ki: ”Ülkemizde yetişmiş, bağrımızdan çıkmış tetikçiler nasıl insanlardır, kimlere benzerler, nasıl insanları hedef alıp onları katletmişlerdir?”
Bir başka bölümde Nükhet İpekçi İzet hiç bir şey yapamamanın çaresizliğini de şu sözcüklerle anlatıyor: ”Anma törenlerimiz, bayraklara sarmalanmış tabutlarımız, ölülerimizin yakalarımıza iliştirdiğimiz resimleriyle dolaşmamız, bizler için yazılmış senaryonun birer parçası haline geldi. Bu davranış biçimleri birer ritüel oldu, neredeyse. Buna fena halde içerliyorum. İşin gereğini yapma,  kanıksama duyguları yaşatıyor bu ritüeller, sakinleştiriyor, ehlileştiriyor, ferahlatıyor gibi geliyor bana sanki. Uslu uslu, kuzu kuzu bu hareketleri yapmaya başladık şimdi. Ne kadar acıklı! Belki de tepelerden bir yerlerden ya da uzaklardaki diyarlardan birileri kıs kıs gülerek bize bakmakta. Ne kadar korkunç!
“Geçen sene Sabahattin Ali’yi anma törenine gitmiştim. Çok ağladım. Ne kadar azdık ve ne kadar acizdik. Elli yıl sonra ne kadar çaresizdik... Babamın ‘demokrasi şehidi’, ‘basın şehidi’ gibi sözlerle anılması elbette onur verici. Ama onu hangi tür bir savaşta, ne uğruna, neden , kimlerin emri uyarınca ‘şehit’ verdiğimizi, bu öldürme görevini üstlenenlerin hangi ayrıcalıklar nedeniyle korunup kollandıklarını, kimilerinin bu alanda başarılı oldukları görülüp de nasıl başka görevlere atandıklarını, olaya bir ucundan bulaşsalar bile sonradan nasıl olup da asıl tanıklığı yapmadan , gönül  rahatlığı içinde yaşamlarını sürdürdüklerini hukuk kurumlarımızın bir an önce milletimize açıklaması gerekiyor.

Yoksa, çok zaman sonra ‘Devlet şehitlerini hiçe saydı’ gibi bir özet düşünce çıkabilir ortaya.”
Nükhet İpekçi İzet’in feveranı böyleydi. Şimdi ben soruyorum. Ey kutsal devlet koruyucuları, Enderun’daki kuvözlerde  yetiştirdiklerinizden mutlu musunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar