Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

“Muhteşem yalnızlık” ya da boğaz tırmalayan hurmalar

Bir kaç gün önce “Dışişleri Bakanlığı Emekli Mensupları” iletişim grubundan bir açık mektup aldım.
Grubun koordinatörü emekli büyükelçi Tugay Uluçevik’in gönderdiği TSK’nın Afrin’e yaptığı ‘Zeytin Dalı”operasyonuna destek veren mektuba 44 emekli diplomat imza vermiş.
Bu isimlerden bazılarını yazıyorum: Baki İlkin, Aydın İdil, Süha Umar, Pulat Tacar, Ümit Pamir, Nazmi Akıman, Murat Sungar, Nazım Belger, Korkmaz Haktanır, Tugay Uluçevik.
Büyükelçi Uluçevik ayrıca “Zeytin Dalı” operasyonuyla ilgili kendi kişisel bir değerlendirmesini de yaptı.
Diyor ki; “Bildiride de ifade ettiğimiz üzere Türk Silahlı Kuvvetleri bugün milli güvenliğimize Suriye hududumuz boyunca yönelmekte olan bir tehdidi ve muhtemel tehlikeleri ortadan kaldırmak için kahramanca bir vatan hizmeti ifa etmektedir.
Ordumuzun zaferi ve bizlerin çocukları olan askerlerimizin salimen yurda dönmeleri için dua etmek görevimizdir.
Duygularım bu şekilde olmakla birlikte Türkiye’nin dış münasebetlerdeki hâlihazır durumun gerçeklerini de görmezden gelemiyorum.
Zeytin Dalı harekâtını düşünürken Kardeşim Esad keşke katil Esed olmasaydı, keşke iki ülke arasında
o zamanlar ekilen zeytin fidanlarının dalları gelişip çoğalsaydı.
Keşke Türkiye ile Suriye 1998 Adana Mutabakatı’nın ve bu mutabakat hükümlerinin uygulanmasını ve geliştirilmesini öngören 21 Aralık 2010 tarihinde Ankara’da imzalanan Türkiye ve Suriye arasında terör ve terör örgütlerine karşı ortak işbirliği anlaşmasının lafzına ve ruhuna uygun hareket ediyor olsalardı diye düşünmekten kendimi alamıyorum.”
Büyükelçi Uluçevik Ankara’nın 2010’a kadar izlediği politikanın doğru, ancak sonrasında yanlış ve tehlikelerle dolu olduğu görüşünü dile getiriyor ve diyor ki:
“Halen Rusya Türkiye’yle ABD’nin arasını giderek zor tamir edilebilecek ölçüde açmanın manevraları içindedir.
Türkiye Rusya’nın şu sıralardaki güler yüzüne aldanıp tuzağa düşmemelidir.
Diğer taraftan Astana süreciyle işbirliği yaptığımız İran Afrin harekâtını tasvip etmemiştir.
Mısır hakeza. Hatta açıkça Türkiye’yi kınamıştır.
Mısır demek Arap Ligi demektir.
1985-89 döneminde, nezdinde büyükelçilik yaptığım Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) o zamanlar Türkiye’nin önde gelen dostları arasındaydı.
Şimdi BAE Türkiye’ye düşmanca sözlerin söylendiği bir ülke haline gelmiştir.
Bu vakte kadar Afrin harekâtımız hakkında uluslararası toplumda yapılmış olan açıklamalarda yer alan ‘Türkiye’nin güvenlik endişelerini anlayışla karşılıyoruz’ şeklindeki ifadeler bizi rehavete sevk etmemelidir.
Oysa bu cümleden sonra hemen yapılan itidal çağırıları, dile getirilen kaygı ifadeleri bundan sonra bize karşı kullanılacak sert dilin uvertürü mahiyetindedir.
Yapılan hatalardan dönmek zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.
İç politikada puan kazandırdığı düşünülen yöntem ve tarzlarla dış politika takip edilmesi hiç bir ülkeye yarar getirmediğinin örnekleri tarihte vardır.
Günümüzde de görülmektedir.”
Büyükelçi Uluçevik’in bu önemli ve yapıcı uyarılarına kulak vermemek elde değil.
Arap Baharı’yla birlikte bizim Dışişleri’nde esmeye başlayan maceracı rüzgârlar, bir kaç hafta içinde Emevi Camii’nde namaz kılma hülyaları giderek kendini “muhteşem yalnızlık”a bıraktı.
Burada bile özgün olamadık ve acıdır “muhteşem yalnızlık” deyimini İngiltere’nin, 19. Yüzyılın ikinci yarısında, Kırım Savaşı’ndan sonra izlediği “splendid isolation” siyasetinden kopya çektik.
Bugün o dönem izlenen “muhteşem hatalarla dolu” dış siyasetin temize çekilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri çok haklı bir askeri operasyon yürütüyor.
Ancak Büyükelçi Tugay Uluçevik’in de dediği gibi kesinlikle rehavete kapılınmamalıdır.
Zamanında, deneyimli, dosyalarına çok iyi vakıf diplomatlarımızı, büyükelçilerimizi “monşerler” diye aşağılayıp başka akıl hocalarına kulak vermeseydik işler bu kadar çetrefilli hale gelir miydi?
Ben buna bir cevap bulamadım.
Siz ne dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar