Bir ağa dahil olmuş, mahallenin ağası olmuş!

Bir mahalleyi daha yaşanabilir kılan en zaruri unsurlar arasında konumun sakininin en az kendi hanesi kadar komşularını düşünmesi, bunun için ‘örgütlü’ hareket etmesi ve ‘iyi günde kötü günde’ birbirine sahip çıkması yer alır. 18 yıldır yaşadığım, sınıf sınıf bölge sakinlerini tanıdığım, 18 yıl içinde dört farklı sokağında ikamet ettiğim Kurtuluş’un bu bağlamda sıkı sayılabilir bir ağı var.

Yalnızca mahalle sakinlerine değil; sokak hayvanlarına, ortak yaşam alanlarına, çevreye; hatta semt tahkim sistemine de duyarlı ve yapıcı yaklaşabilen vatandaşların ikamet ettiği bir semt burası...

Ne var ki bu ‘mahalleye ve mahalleliye sahip çıkma’ anlayışı kısa sürede gruplara ayrılarak örgütlenme, derken üst komşunu kayırma, sosyal medyada tanıştığın bir diğerinin doğru/yanlış her beyanına arka çıkma; safları sıkıştırılmış bir ‘topluluk’ halini almak adına ‘mahalleyi toplayıp bir başkasını kovma’ raddesine varabilmekte.

Söz gelimi ikamet ettiğim semtin sokaklarında ‘açım’ isyanıyla dört dönen biri için Facebook ‘komşu ağı’ grubunda yazılan ‘yeni para söğüşleme yöntemi, şahıs sorulara yanıt vermiyor, sadece nakit kabul ediyor, 10 lirayı beğenmiyor, yemek seçiyor’ sakilliğindeki ‘gıybet kovanına’ çomak soktuğum için bağlamı kişiselleştirip üstüme gelmeye yeltenenler oldu; olsun.

Fakat ‘farklı bakış açılarıyla bir olma’ gayesi tersine evrilip ‘burası bizim mahalle’ anlayışını öyle süratli özümsemiş ki, sözde semt; özde derebeylik. Kalımlı olmak adına yazısız kurallarla, manasız koşullarla palazlanmış bu hırslı; küçük çaplı lakin etkili feodalite, yoksula ‘lehdar’ olunduğuna özgü ifadelerde bulunurken, dilenen için ‘gitsin iş bulsun, sahtekar’ diyen saldırgan komşusunu ‘arkalıyor’; yetmiyor, semt sakini olmaktan çıkıp mahallenin bekçiliğini üstlenerek ‘dolandırıcılara’ yönelik sürek avına çıkıyor. Bitmiyor, sert tepki vereni de yargılayıp asıyor!

Oysa ‘açım’ diyenin niyetini sorgulayacağına vereceğin para 1-2 lira, onu da yapamıyorsan bari çeneni kapa! 

Dayanışma mı, gıybet mi?
Rastladığım üstenci, yüklenici, ukala, tiksindirici yorumlara elbette sert tepki verdim, veririm.

Misal, yaşadığım semtte yoksulluk çoktan filizlenip sarmaşık halini almışsa, diğer semt sakininin ‘vegan sabun’ arayışına sinirden gülerim!

Tepkinin aynısını göstermeyi, kendini ve yaşadığı sistemi bilen her yurttaşa da öneririm...

Fakat şimdi birinci tekil şahıs ekiyle yazmayı burada sonlandırıp, konunun esasına dönelim.

Dilenen birini peşin hükümle ‘hilebaz, düzmeci’ diye tanımlamak ve tanıtmak, ardından gıybet kazanını kaynatmak sadece 24.740 kişinin yaşadığı bir mahallenin özelinde değil; yurt genelinde bir sorun... 

Dileneni, talep edilen meblağı, en hafif tabirle 'ülevsiz' olan gelir vergisinden yırttığı için hasım bellemiş ve belletmiş devletlerle onların yayın organları, milyonlarca yoksul arasından iki-üç kır kurdunu bulur, ‘dilenerek sizden aldıklarıyla malikane ve helikopter sahibi oldu’ minvalinde vatandaşa sunar; yoksullukla sınanmamasına karşın, şatafatı gereksinime çarçabuk dönüşen, bittabi para arsızı olmuş ne kadar ahmak varsa ‘gitsin, çalışsın’ diye dilenene öfke kusar, ahlak dağıtır; ülkede 4 milyon 194 bin kişi işsiz değilmiş, istihdam sağlanması hususunda derin bir noksanlık yokmuş gibi...

Fırsat bulsa, dilenene meydan dayağı reva görmeye yüzünü dönecek olan bu kitlenin içinden bir asılsız iddia da yükselir: ‘devlet elinden geleni yapıyor...’

Bu gülünç ve sinir bozucu iddianın sahipleri, Türkiye’ye çöreklenen bir ‘aile şirketinin’ kürkü yiyecek diye zamanında girilen dış borçtan bihaberdir elbette.

Haberi olmaması için kulaklarına taktığı tıpa da kıkırdağına çoktan kaynamıştır.   

Rakamlarla buhran
2020'nin işsizlik ve istihdam raporunun ülkenin dört bir yanına adeta saçtığı dehşetengiz tabloyu sağır sultan işitti, kör gördü, dilsiz konuştu.

Elemi, ereği; yediği, içtiği birbirine denk olmayan üst ve ‘öteki’ sınıflar arasında ‘karşıtların birliği’ temelinin atılabilmesinden yana, gerçekçilikten ırak bir ümidimiz zaten yoktu.

Yani orta sınıftan birkaç grupluk yurttaş ‘aş, ümitle pişmez’ hakikatinden hareketle sahip olduklarını, sahip olmayanla paylaşmaya gayret ederken, birleşmeye ket vuranlar da çıkıyor...

‘Turnusol kağıdı’ benzetmesiyle karakterize edilen, dramı en transparan haliyle deneyimlediğimiz şu dönemde orta sınıfın, linç kültüründen destekle birbirinin üstüne nasıl bastığını daha fazla anlatmayı şimdilik rafa kaldırıp, mevzubahis raporların ayrıntılarına değinelim...

Rapora ve ‘bilinenlere’ göre, Türkiye’de 4 milyon 194 bin  kişi işsiz. 70 bin kişi evsiz. 3.4 milyon kişi borçlarını ödeyemiyor. Yanı sıra, Türkiye’nin dış  borç stoku 431 milyar dolar, GSYH’ye oranı ise yüzde 56.9...

2018 yılından bu yana 3.161 kişi geçim sıkıntısı gerekçesiyle intihar etti ki bu  rakam her 100.000 kişiden yaklaşık 4’üne denk. Bu buhranın ilk neticesi, vatandaşların kendilerini üst geçide asıp intihar etmeden, ailece siyanürle varlıklarını imha etmeden önce yaşadığımız mahallelerden yükselen ‘açız’ isyanının yankısı oluyor...

Derken, bir kesim destek olmak adına elini taşın altından çıkarmazken ve onlar iyi ki varken, sönümlenesice bir diğer 'taraf' taşı başkasına atmakta beis görmüyor. 

Kestirme bir anlatımla: Devletin kazanı boş, vatandaşın kazanı kaynamıyor; mahalle ağzıyla köpüren dedikodu kazanı ise fokur fokur!

Bu kazana kepçe olmayan onurlu her vatandaşın laftan evvel yardım yetiştirmesi temennisiyle...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar