S. Ersu Hızır

S. Ersu Hızır

Tasarruf

Günümüzde sık kullanılan bir deyim. Hükümetler zam pardon güncelleme yaptıkça vatandaşa tasarruf etmesini salık verirler.

Vatandaş her zam sonrası kemerinde bir ilik daha sıkmak zorunda kalır. Yaşam koşulları zorlaşır.

Türkiye son on beş yılda tek bir partinin çoğunluk iktidarı ile yönetiliyor.

Bu iktidarın başlangıcında kamuda çalışan bir kişinin aldığı maaş ile bugünkü aldığı maaş arasındaki alım gücü eksilmesi, size günlük yaşantınızda yaptırılan tasarruf miktarıdır. Yani yaşam kalitenizdeki azalma miktarıdır.

Aldığınız ücretin alım gücü azalırken, günlük, haftalık çalışma süreleriniz değişmediği halde siz bu zorunlu tasarruf yapmak zorunda kalıyorsunuz.

Niçin böyle oluyor?

Ülkemiz 2000'li yılların başına kadar tarımda kendi üretimi yeterli olan bir ülke idi.

Kendi ürettiğimiz tarım ürünleri halkımızın ihtiyacı- nı karşılamakta, fındık, incir, zeytin, buğday gibi ürünlerimizi ihraç etmekte idik.

Ya şimdi samanı bile ithal eder duruma geldik. Bunda birçok etken etken var.

Üretmeden tüketen bir toplum haline gelmemiz önemli. Bir yandan tarım alanları rant için imara açılmakta, meralara, yeşil alanlara konutlar yapılmakta di- ğer yandan sanayi yatırımları giderek azalmakta.

Kamuda tasarrufa, ülkenin üretime yönelik yatırımlarına öncelik verilmemekte. Oysa Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşme, tarımda modernizasyon, çağdaş eğitim, kültür - sanat, üniversitelerde bilimsel çalışmalar gerçekleştirilirken, tasarrufa da önem veriliyordu.

1924 yılın da ilki gerçekleştirilen Uluslararası Tasarruf Kongresi'nde "31 Ekim Uluslararası Dünya Tasarruf Günü" olarak kabul edilmişti.

Bazı Türk bankaları da 1935 yılında 31 Ekim gü- nünü Dünya Uluslarası Tasarruf günü olarak kabul ederek kutlamaya başladılar. Ülkemizde Dünya Tasarruf Günü'nü 1935 yılından bu yana kutluyoruz.

Tasarruf Günü, "Ülkemizin zenginleşmesi, gelir seviyesinin yükselmesinin daha çok istihdam, daha çok üretim ve daha çok ihracatla mümkün olabileceği dü- şüncesiyle, tasarrufların yeni yatırımlara dönüştürülebilmesi bilincinin topluma yerleştirilmesi amacıyla kutlanmaya başlanmıştı.

Bu bilinçle Türkiye o dönem her alanda büyük atılımlar gerçekleştirmişti.

Marshall yardımı sonrası üretimden vazgeçirilmeye çalışılan halkımız, yıllar içerisinde üretmeden tüketmeye yönelen bir toplum haline geldik.

Okulların başladığı bu günlerde yaz saati uygulaması ile 'Enerji de tasarruf', bireysel isteklerin tatminsizliğinin sağlığa ve ekonomiye vereceği zararlar nedeni ile 'Tüketimde tasarruf,' boş işlerle uğraşarak vakit kaybetmemek için 'Zamanda tasarruf', modern ve çağdaş yöntemlerle gerçekleştirerek 'Üretimde tasarruf', yaşam içerisinde yapabileceğimiz tasarruf alanları.

Tarımsal alanlarımızı, nehirlerimizi, çevre ve doğal zenginliklerimizi korumak da tasarruf…

Biz nasıl geleceğimizi düşünerek kendimiz, çocuklarımız, torunlarımız için tasarruf yapıyorsak, doğal zenginliklerimizde gelecek kuşaklara bırakacağımız de- ğerler. "Ben mi kurtaracağım bu ülkeyi, peki beni kim kurtaracak" mantığı ile bizleri yönetmek isteyenlere izin vermeyelim.

Bizler bunlara ne kadar uyuyoruz?

Haklı olarak bizim uymamızı istiyorsun da bizi yönetenler ne kadar uyuyor dediğinizi duyar gibiyim.

Uçakların, zırhlı araçların, makam araçlarının kullanımının hızla arttığı bu süreçte resmi araç kullanımına ilişkin bir hatırlatma yapmak istedim.

Eskiden Devlet dairelerinde, belediyelerde kullanı- lan araçlarda "Resmi Hizmete Mahsustur" yazısı bulunurdu. Bu araçları kullanmaya yetkili olanlar kamusal hizmetler için kullanırlardı. Şimdi kamuda kullanılan araçların birçoğu ya kiralık araç ya vakıflar üzerinden ya da bağlı şirketler üzerinden kullanılmakta. Yazın deniz kenarında, kışın piknik alanlarında bu araçlar sorumsuzca kullanılabilmekte.

Araç kullanımı konusunda, üzülerek siyasilerimizin de yeterli duyarlılığı göstermediğini söyleyebiliriz.

Hatırlayın; yakın zamanda Türkiye, bazı Avrupa ülkeleri (Almanya, Hollanda, Belçika) ile krizler yaşadı. Bazı bakanlarımız sınırdan sokulmadı, bazı bakanlar sı- nırdan kaçak girmeye çalıştı. Biz ülke olarak bu davranışlara karşı ne tepki verdik!

Hükümet üyelerinin ve bazı bürokratların sert demeçleri bu ülkelerle adeta tüm ilişkilerin dondurulacağı şeklinde idi.

Söylemler böyle idi, ama somut olarak yapılan bir eylem yok idi.

Siyasilerimiz ve bürokratlarımız bir yandan sert söylemlerde bulunurken, diğer yandan onların ürettiği otomobillere binmekte sakınca görmediler.

Söylemde ayrı, eylemde farklı davrandık.

Oysa yakın geçmişimizde bunun örnekleri vardı.

Kıbrıs harekâtı sonrası ülkemize ambargo girişimleri başladığında, Almanya'nın orada yaşayan vatandaşlarımıza yönelik bazı olumsuz girişimlerine milletçe tepki gösteriyorduk.

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit diplomatik nezaketle ama kararlılıkla Almanya’yı uyarıyordu.

Ambargonun ekonomimiz üzerinde yarattığı olumsuzlukları aşabilmek için hükümet her alanda vatandaşı tasarruflu olmaya davet ediyordu.

Başbakan Bülent Ecevit, hem Almanya'ya karşı tepkisini dile getirmek hem de tasarrufta örnek olmak için yerli otomobile binmeye başlamıştı.

Başbakan böyle davranınca kamuda yerli otomobile yönelinmiş, ithal araç alımları durdurulmuştu.

Başbakan'ın tasarruf yaptığı bir dönemde halk kendiliğinden tasarrufa yönelmişti.

Doğrusu da bu değil mi?

Söz ile davranış tutarlı olmazsa inandırıcılığınızı yitirmez misiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar