Ya Müslümanların boynuna haç takılsaydı!

İran…

Renklerin gizlice buluştuğu ülke…

Güzel halılar, Şah zamanından kalma görkemli saraylar İslam'ın bambaşka yaşandığı topraklar. Bir yanda Şia'nın keskin kılıcı, bir yanda yasak olmasına rağmen uydudan dünyaya açılan insanlar…

Ya Tahran'ın melekleri kadınlar…

Hüzünlü, iri ve güzel gözleriyle evlerinin kraliçesi, iki arada kalmış bir kadınlık.

İş hayatında yer edinmiş kadınların rejime saygıdan başını örttükleri, genç kızların ise ruhlarının zorbalık karşısında ürettiği savunma yöntemleriyle çelişkili bir dünya İran.

Bahar, İran'daki genç kızlardan biri, kendine dayatılanları kabul etmek istemiyor, tek istediği saçlarını sade bir şekilde arkadan toplayıp güneşi arkasına alarak çınar ağaçlarıyla bezenmiş Tahran yollarında, ayıplanan gözleri görmeden yürümek, sadece bir insan olduğunu hissetmek.

İki günlük bile kıyılabilen nikahlarla zina'nın yok olduğu bir ülkede kadın olabilmek... İslam örtüyü kimin rızası için istiyor.”

 

****

 

Yıllar önce, bir ara Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın nişanlanan Rabia Kazan’ın İran izlenimlerini anlattığı kitabının tanıtım yazısından aldım güncel durumu da anlatan bu satırları…

Tahran Melekleri adlı kitapta anlattığı bir olay hiç aklımdan çıkmadı.

Kitabı yazdığı dönem başörtülü olan Rabia Kazan, Tahran’da gezerken Fransız bir kadının İran’ın din polisi tarafından azarlandığına tanık olur.

Gezi sırasında Fransız kadının başörtüsü omuzlarına düşer. Türbanını takmayı beceremeyen kadının üzerine Besiç adı verilen bu ahlak zabitlerinden biri yürür, bağırır, çağırır, başörtüsünü başına örtmesini söyler.

Kadın telaşlanır, örtüyü başına bağlamayı başaramaz, Rabia Kazan imdadına yetişir ve ağlamakta olan kadının örtüsünü bağlar.

Anımsadığım kadarıyla Fransız kadın daha sonra Kazan’a bir yaşam dersi oluşturacak şu sözleri söyler:

Siz Fransa’ya gelip Paris’te Eyfel kulesini görmek istiyor olsaydınız; biz de havaalanında sizin boynunuza haç takmış olsaydık, bu durum bir Müslüman kadın olarak sizin zorunuza gitmez miydi?”

 

****

 

İran’da Mahsa Amini’nin ölümünün ardından devam eden direniş nedeniyle anımsadım bu olayı…

Kovid-19 salgın süreci öncesinde iş insanı Sami Bilge’nin davetiyle Diş Hekimi Tahsin Bulut’la birlikte biz de İran’da yaklaşık bir hafta geçirmiştik.

Biz de tanık olmuştuk kadın isyanına…

İran devleti “Gasht-e Ershad” yani “Rehber Devriyeleri” eliyle kadınları denetim altına tutmaya çalışıyordu.

Kadınlar başlarını kapatmak ve bol, uzun kıyafetler giyerek bedenlerinin hiçbir yerinin görünmemesini sağlamak zorunda.

Aslında şeriat kurallarını uygulamakla görevli polisler de durumdan çok memnun değil…

BBC’ye konuşan bir ahlak polisinin söyledikleri bunun kanıtı:

Bize, ahlak polisi olarak çalışmamızın nedenini kadınları korumak olarak anlattılar. Çünkü eğer düzgün şekilde giyinmezlerse erkekleri kışkırtabilirler ve erkekler onlara zarar verebilir.

Bu çok garip çünkü eğer sadece insanlık rehberlik etmek gibi bir görevimiz varsa, neden daha fazla insanı gözaltına alabileceğimiz kalabalık yerlerde görevlendiriliyoruz? Sanki rehberlik etmek için değil de ava gönderiliyoruz. Eğer belli bir süre içinde yeterli sayıda kadını belirleyip gözaltına almazsa komutan bize kızıyor ve rapor ediyor.

Bizden bu kadınları polis araçlarına zorla götürmemizi istiyorlar. Kaç kez bunu yaparken gözyaşları içinde kaldığımı biliyor musunuz? Onlara gidip ‘Ben onlardan biri değilim’ demek istiyorum. Çoğumuz zorunlu askerlik görevini yapan normal insanlarız. Kendimi çok kötü hissediyorum."

Önceki ve Sonraki Yazılar