İstanbul için 'kurtuluş' ihtimali

 Sözümona yerel seçim kampanyasının en kritik günlerindeyiz. İki hafta sonra bugün oy kullanacağız.
 
    ‘Sözümona’ diyorum, çünkü bu kampanyada her şey var, ‘yerel’ yok. Sanırsınız, bu bir genel seçimdir. Daha doğrusu; bir plebisit. Ülkenin güçlü adamının geleceğine ilişkin bir oylama: Tamam mı, yoksa bu adamla devam mı?
 
     Oysa, bu yerel yönetimlerin seçileceği bir oylama ve çağımızda yerel seçimler çok önemli.  Bu yerel seçimler, özellikle Güneydoğu’da doğuracakları sonuçlar açısından daha bile önemli.     
 
     İstanbul’u kimin yöneteceğini belirlemesi açısından, gençlerin diliyle söyleyeyim: ‘süper’ önemli.
 
     İstanbul’un sonuçları yalnızca İstanbulluları değil, tüm ülkeyi ilgilendiriyor; herkes biraz İstanbullu olduğu için, bu koca kent iktidar partisinin yükselişinde kilit rol oynadığı ve oynamakta devam ettiği için.
 
     Recep Tayyip Erdoğan’a “İstanbul mu yoksa Türkiye’nin geri kalanı mı” diye soracak olsalar, “İstanbul!” diyeceğinden eminim.
 
     İstanbul’un kimin tarafından, nasıl yönetileceği dünyayı da ilgilendiriyor. Hem Türkiye’nin yazgısındaki ağırlığı nedeniyle hem de İstanbul bir ‘dünya kenti’ olduğu için.
İstanbul’a ne olduğu yalnızca UNESCO’nun değil, tüm dünyanın umrunda. Çünkü; bu kent tarihi bir galeri, bir insanlık müzesi. Rahmetli Çelik Gülersoy’un söylediği gibi:  ‘kaderi yalnızca bize bırakılamayacak kadar önemli’ bir yer.
 
                                                               ***
 
        Ben bu kentte yaşayan biri olarak; İstanbul’un, onu 20 yıldır yönetmekte olan anlayıştan kurtulmasının yaşamsal önem taşıdığına inanıyorum. Evet, İstanbul’un ‘kurtuluş’ zamanı gelmiştir!
 
       İstanbul, Erdoğan ve iktidarı tarafından hakkında idam fermanı çıkarılmış ‘yürüyen bir ölü’dür.
 
       İnfazının boğularak gerçekleşmesine karar verilmiştir. Yeni Osmanlıcıların en sevdikleri öldürme yöntemiyle. Boğazı sıkılarak, soluksuz bırakılarak…
 
       Amaç; dirisinden para kazandıkları yetmiyormuş gibi, bir süre de ölüsünden para kazanmaktır.
 
       Egemen Bağış,  Berkin’in cenazesine katılan milyonları ‘nekrofili’ sapıklığıyla suçluyordu ya…  Söz konusu olan İstanbul ise, AKP Yönetimi’nin yaptığının kent nekrofilisi olduğunu söyleyebiliriz.
 
       Tadına doyamadıkları ‘imar’ rantını sürdürmek için kenti sürekli büyütüyorlar.  Adeta pompalayarak şişiriyorlar. Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalanı, Çılgın Proje aslında rant amacıyla kente basılmış havalar: “Buyurun beyler; burası da İstanbul, burayı da satıyoruz. Burası için de bize para vereceksiniz”. 
 
      Madem ki İstanbul’un taşı toprağı altın ve madem ki dizginler bizim elimizde; o halde İstanbul’u büyütürüz, olur biter diye düşünüyorlar.
 
      Ve gerçekten, İstanbul bitiyor!
 
                                                             ***
 
      Hafta başında CHP adayı Mustafa Sarıgül’ün İstanbul projelerini sunduğu toplantıya kafamda bu türden düşüncelerle gittim. Ne yalan söyleyeyim; siyasetçi olarak (yerel yönetici olarak değil) Sarıgül’e ilişkin çekincelerim nedeniyle, beklentilerim çok da yüksek değildi.
 
      Ama gene ne yalan söyleyeyim; umutlanarak çıktım. İstanbul için ‘kurtuluş’ umudunun doğduğunu düşünmeye başlayarak.
 
     İlk sürpriz: Sarıgül’ün son yıllarda çok alıştığımız “Ben her şeyi bilirim ve hep benim dediğim olacak!” söyleminden çok farklı bir tonda konuşması oldu. Sarıgül’ün   “Ben İstanbul’u iyi tanıyorum ama daha önemlisi çok güçlü bir bilim-danışma grubumun olması. Her şeyi onlara danışarak yapacağım” demesi oldu.
 
    Böyle bir yaklaşımı ne kadar özlemişiz! Bilim-danışma grubunun kimi üyelerini tanıyorum, gerçekten İstanbul’un değerini bilen insanlar…
 
    İstanbul’un rant uğruna şişirilmesinin bu kenti nasıl boğduğunu bilen insanlar…  Kentsel dönüşüm bahanesiyle yakıp yıkarak her yeri birbirine benzetmenin bir çeşit vandalizm olduğunun bilincinde olan insanlar…
 
    Bunu, elbette İstanbul’un kurtuluşunun yalnızca yerel bir konu olmadığını bilerek yazıyorum. Türkiye’nin tarihsel, doğal ve kültürel değerlerinin korunması için gerekli yasal altyapının nasıl bilinçli bir biçimde, adeta bir cinayet planlarcasına yok edildiğini, yüreği sızlayarak izlemiş biri olarak yazıyorum.
 
    Her toprak parçasını ‘arsa’, her binayı ‘para’, her ağacı ‘kereste’ olarak gören anlayışın yalnız yerelden değil, merkezden de sökülüp atılması gerektiğini çok iyi bilen biri olarak yazıyorum.
 
    Elbette bir zihniyet devrimi gerekiyor. Büyük bir siyasal dönüşüm…
 
    Ama bir yerden başlamak lazım ve İstanbul iyi bir başlangıç noktasıdır. En iyi başlangıç noktası.
 
    Evet, umutlanarak çıktım Sarıgül’ün toplantısından. Bir ‘kurtuluş’ fırsatı doğduğunu düşünerek çıktım.
 
     Durun bakalım…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar