Alemi sersem sanıyorlar!

GERÇEKTEN öyle. İştesize acayip ötesi bir örnek.AKP Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay, Dünya Gazetesi’ne konuşmuş ve şöyle demiş:


“Elimizde kamuoyu yoklamaları var ama parti olarak sonuçlarını çok fazla açıklamıyoruz. Üç dört firmaya kamuoyu yoklaması yaptırıyoruz. Onlardan da şartımız, açıklamamaları
şeklinde. Bugünkü görüntü rahat bir AK Parti gösteriyor.CHP ve MHP’nin durumunda çok bir değişiklik yok.” Bunlar, gerçekten alemi sersem sanıyorlar. Bir kendileri akıllı.AKP, “çok rahat” bir durumda. Ama bunu gösteren anketleri açıklamıyorlar.Şirketlere de yasak getirmişler. Eeeee? Neden peki? Kibarlıklarından mı? “Yazık, CHP ve MHP anket
sonuçlarını görürse üzülürler.Açıklamayalım” mı demişler? Yoksa şöyle mi düşünmüşler: “Bizim ne kadar güçlü olduğumuzu kimse bilmesin. 7 Haziran günü ‘Sürpriiiiz’ diyelim.”
İlahi Beşir Atalay bey, “koordinatörü” olduğunuz açılım sürecinde de çok acayip şeyler yaşamıştınız.Yaşatmıştınız. Ama bu hakikaten tüy dikti.




Ben sizin adaletinizi ..

A) Seveyim
B) Sayayım
C) Paket yaptırıp eve
götüreyim
D) Burada yiyeyim

Yanıtınızı, lütfen haberi okuduktan sonra 10 saniye içinde veriniz: “301 işçinin öldüğü maden faciasının yaşandığı Soma’da, Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’den tekme yiyen madenci Erdal Kocabıyık’a, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın aracına tekme savurduğu gerekçesiyle 500 lira para cezası kesildi.” NOT: Madenciye tekme atan Müşavir Yusuf Yerkel’in sıhhat ve afiyeti yerinde.

Son kez Ahmet Hakan


EVET, son kez yazıyorum.Zira, şu ana kadar anlamadıysa,Ahmet Hakan belli ki bu yazıdan sonra da “anlamayacak”.Bu nedenle uzatmak artık manasız olacak.

Meseleyi bilmeyenler için kısaca özetleyeyim. Halk TV’deki programımda yeri geldi, başörtüsü konusunda görüşlerimi söyledim: “Başörtülü kadınların bireysel haklarını savunurum. Ancak başörtüsünü savunmam. Zira, başörtüsünün,bir kadın için ‘özgürlüğünü sona erdirecek bir mukavele’ anlamına geldiğini düşünüyorum.”

Bunun ardından, Ahmet Hakan,“AKP’nin eline durduk yere koz verdiğimi” yazdı.

Cumhurbaşkanı RTE, Rize mitinginde “bir gazeteci” diye bu konu üzerinden yüklendi. “7 Haziran’da bunlara oy vermeyin” dedi!

Emine Şenlikoğlu da hakkımda dava açacağını açıkladı.Ben de, her üçü hakkındaki görüşümü derleyen bir yazıyla yanıt verdim. Bunun üzerine, Ahmet Hakan,değerli köşesinde bir kez daha adımı anmak lütfunu gösterdi. Şunu yazdı:


"Başörtüsü meselesinin tamamen unutulduğu, muhalefetin ekonomik vaatlerinin gündemde olduğu bir seçim sürecinde, CHP'nin sesi diye bilinen bir TV kanalında, 'Başörtüsü de başörtüsü...Başörtüsü de başörtüsü...'diye tutturarak iktidara arayıp da bulamadığı malzemeyi verdi. Ayşenur Arslan'ın buna cevabı şöyle oldu: "Ne yani? Karşı tarafa koz vermemek adına başörtüsü konusunda ne düşündüğümüzü söylemeyecek miyiz?" Ayşenur Arslan'a sesleniyorum: Söyleyeceksin tabii ki Ayşenur Arslan... İstediğini söylemekte özgürsün. Ama şunu unutma ki... CHP'nin yayın organına çıkıp 'Başörtülü kadınlar özgürlüklerinden vazgeçmiştir' dersen...Birileri de meydanlara çıkıp
hem sana hem de senin şahsında CHP'ye... 'Bunlar başörtüsü düşmanı' dediğinde, 'Bizi linç ediyorlar' diye ağlamayacaksın. Ayrıca şunu unutma ki Ayşenur Arslan...Bu ülkede başlarını özgürce örten ve başlarını örttükleri halde kendilerini senden daha özgür hisseden yüzbinlerce kadın var.”

Bu yazı üzerine, (umarım son kez olur) Ahmet Hakan’a yine “bir şeyleri açıklamak” farz oldu. Başlıyorum: Öncelikle “başörtüsü de başörtüsü” diye tutturmadım. Sadece bir kez ve yeri geldiği için söz ettim. Ayrıca, bir gazeteci / televizyon programcısı önem verdiği bir konuda “ille de ille” diye konuşabilir. “Birileri” meydana çıkıp “bunlar başörtüsü düşmanı” dediğinde “bizi linç ediyorlar” diye ağlamadım. Yazdıklarımda “linç” sözcüğü geçmedi. Böyle bir ruh hali de yansımadı. Kaldı ki, farklı dönemlerde “gerçek” linç girişimlerine maruz kaldığımda bile ağlamamıştım. Bu olayda da, sadece ve sadece karşı görüşümü dile getirdim. O birileri arasında, bu ülkenin “ifada özgürlüğünü korumakla görevli” Cumhurbaşkanı olsa bile!


Doğrudan böyle ifade etmiyorsun belki... Ancak “CHP’nin yayın organına çıkıp” bunları söylediğimi yazınca söylemek zorunda hissettim. Bir: Ben CHP üyesifalan değilim. Halk
TV’de de,CHP yanlısı olduğum için değil, CNN TÜRK’ten kovulduğum için program yapıyorum. İki: Başörtüsü konusundaki görüşlerimi, senin hâlâ program yaptığın CNNTürk’te de söyledim. Yıllar boyunca başka kanallar, gazeteler, dergilerde de...

Bu ülkede, başını örtüp kendisini benden daha “özgür” hisseden kadın var mıdır? Belki de vardır.Ama mesele bu değil ki! Ben bir ideolojiden söz ettim. Ediyorum. Hitler yanlısı bir Nazi de herhalde kendisini “vahşi bir insan kasabı” diye görmüyor, nitelemiyordu. Hatta belki müşfik bir baba, sevgili dolu bir eşti. Ancak ideolojisi, onu bir vahşetin ortağı yapıyordu. Bu kadar ağır bir örneği “benzetme” olarak vermiyorum elbette. Sadece “meselem / mesele bireyler değil, ideoloji” demeye çalışıyorum. Bir kez daha…

Aslında “kimbilir kaçıncı kez” demeliyim. Zira, bu konuyu tartışmaya,Ahmet Hakan’ın zannettiği gibi CHP’nin kanalında başlamış değilim. İşte, bulabildiğim en eski örneklerden biri.

Haziran 1986. Nokta Dergisi’nde çalışıyorum. Aralarında Ruşen Çakır’ın da olduğu genç bir ekiple, o günlerde çok ses getiren bir dosya hazırladık. Editör olarak benim kaleme aldığım bir kapak konusuydu: Dinci Gençlik.

Derginin o sayısı, şimdiki gibi sosyal medya falan olmadığı için,belli gazete ve dergilerde büyük bir yankı yarattı. Onlardan biri, yayın yönetmenliğini Mehmet Metiner’in Girişim Dergisi, bizlerle röportaj yapmak istedi. Elbette “evet” dedik. İşte, o röportajda “son söz” niyetine söylediklerim:

“Artık toplum tekdüze değil.Müslümanlar arasında bile çok farklılıklar var. Bu çeşitlilik, belki kimilerine göre rahatsız edici bir şeydir. Fakat bence tam tersine çeşitlilik,yeni ve güzel şeylerin doğmasına sebep olacaktır. İnsanlar her anlamda özgür olsunlar. Benim çocuğum din dersi okumamakta özgür olmalı. Ya da bir gayrimüslim o dersi alma- makta özgür olabilmeli. Nüfus kağıdında –bazı ülkelerde olduğu gibi- kişinin ateist olduğu yazılabilmeli. En başta, toplumun vicdanında çeşitliliğe hoşgörü olmalı. Ben bunu savunuyorum.Bu anlamda benim size hem saygım var, hem de başımın üzerinde yeriniz var. Ama sizin de bize karşı varsa tabii!”

O yıldan bu yana, inancın nasıl siyasallaştığını gördük. Hoşgörünün önce lafta kaldığını, sonra ağza bile alınmadığını gördük. Başörtüsüne özgürlük diye ayağa kalkanların, en ufak bir eleştiriye bile nasıl tahammülsüz olduklarını gördük. AKP iktidarı, yolun başında resmen takiyye yaptı. Özgürlüklerin savunucusu olduğu izlenimi verdi. Doğrusu, kendi adıma kesinlikle inanmadım o masallara.. Özgürlük derken sadece “kendi özgürlüklerini” anladıklarını, bunun için mücadele ettiklerini biliyorum. Yıllardır yaşananlar or-
tada Tartışmaya / konuşmaya bile tahammülleri olmadığına küçük bir örnek olarak, benim yaşadığım da ortada. Bilmem, bu kez anlatabildim mi!!!

Önceki ve Sonraki Yazılar