Becerikli 'İletişimci' Ali Saydam

Geçmiş anketler şu gerçeği ortaya çıkarmıştı: AKP’ye oy verenlerin ancak üçte biri Siyasal İslamcı’ydı. Geri kalanların ekonomik endişelerle AKP’ye oy verdiği söylendi. Ekonomik endişeyle oy verenlerin çoğunun orta halli insanlar olduğu bellidir ve onların endişesine de, bir ölçüde saygı duyulabilir.

Fakat, bu ekonomi saikli AKP’liler arasında öyle bir grup vardır ki, ekonomik sarsıntılarla varını yoğunu kaybetmeyecek kadar hali vakti yerindedir, memleketin kötü gidişatını anlayacak seviyede, eğitim, bilgi ve görgü sahibidir. Bu tür insanlardan bir kısmı, milyonlarına milyon katmak için böyle bir gidişe katkıda bulunacak kadar aç gözlüdür. Bir kısmı, müptezel bir Devletlu’nun “Aferin!”inden mutluluk duyacak kadar güce tapar. Hatta birileri, gayrı-müslim oldukları halde, bırakın gayrı-müslime, kendi mezhebinden, hatta kendi tarikatından olmayan müslümana dahi hiçbir saygı duymayan bir yönetime danışmanlığa dahi koşar.

Bir de, Yeni Şafak yazarı Ali Saydam vardır, AKP destekçisi. İnternetten öz geçmişini okursanız, kağıt üzerinde bir iletişim ‘gurusu’dur. Bir çok önemli gazetede, dergide yönetmenlik yapmış, çeşitli İletişim Fakultelerinde hocalık yapmakta, çeşitli Reklam ve Halkla İlişkiler şirketinin sahipliğini yapmış, vs.; okumaktan yorulur insan.

Ne mutlu, böyle tecrübeleri olan bir hocanın İletişim Fakultesinde talebesi olmak dersiniz.

Bu haftaki bir yazısının başlığı: “AK Parti, herşeye rağmen…”

Tamam, olabilir; belki biz yanılıyoruzdur, diyorsunuz; gördüğümüz her türlü rezilliğe, yani “herşeye rağmen” AKP’yi desteklemek memleket için daha hayırlıdır.

Fakat, adam orada kalmıyor ki…
Yazısının konusu, Gaziantep’in AKP’li Belediye Başkanı Fatma Şahin’in, bir zamanlar New York Times Türkiye temsilciliği yapmış, Pulitzer ödüllü gazeteci Stephen Kinzer’e “Fahri Hemşerilik” vermeğe girişmesi ve sonradan “Yazılarında Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik haksız ithamları nedeniyle vazgeçtik" demesi.

Buna da tamam, AKP’li Başkan başka ne yapsın? ‘Reis’lerinin, Atatürk gibi, kendisiyle ilgili, bir yabancının yazdığı, yasaklanmış “Bozkurt” u okuduktan sonra, “Ne var bunda yahu, adam az bile yazmış bizle ilgili. Neden yasakladınız ki?” demeyeceğini biliyor.

Fakat, “odun kıranın hıh deyicisi” Saydam burada durmuyor, Halit Refiğ’in yıllar önce Kinzer’la ilgili “Türkiye'de kimlere yakın durduğuna bir bak. O zaman kim olduğunu ne iş yaptığını anlarsın!" diye uyardığını söylüyor ve devam ediyor: “Yani mesele sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı 'haksız itham' konusu değildi. Stephen beyin misyonu çok yönlüydü… Ona işaret etmişti Halit Bey…”

Peh peh! Kinzer’a, Türkiye’nin Açık Radyo’sunda Blues programı yapacak kadar girişken, zevkli ve sempatik bir insan olması, dünya çapında sayılan, ödüllendirilen, iyi kazanan, bir gazeteci olmak yetmemiş, “çok yönlü misyonları”ndan bir tanesini de Saydam’ın ‘idol’ünü harcamaya ayırmış (!)

Tamam be ‘iletişimci’; bari, orda dur, diyorsunuz. Yok, adam hızını alamıyor, yılın İletişim Bombası’nı patlatıyor: “AK Parti kazanırsa, sadece birleşmiş muhalefete, cepheleşmiş 200 aydına (Münevver'e, Entelektüellere değil), son anda demonstratif istifa edip hasar vermeye çalışan Ahmet Kutalmış Türkeş gibilerine karşı kazanmayacak;Der Spiegel'e, Financial Times'a, Economist'e,Wall Street Journal'e ve New York Times gibi dış basın ve bazı liderlere rağmen kazanacak… “

Dünya’nın en saygın 5-10 basın organından beşi birden, meğer Erdoğan’ı yıkma ‘misyonu’nu edinmişler (!) Vah, bizim İletişim Fakultesi öğrencilerimize!

Askeri okullarda cemaat?

Bir süredir ODATV’de Askeri Okullarda Cemaat’in örgütlenmiş olduğu, Atatürkçü ve başarılı öğrencilerin yıldırılarak okuldan kaçırıldığı veya atıldığı şeklinde haberler yayınlanmakta.

Bu haberlerde zerre kadar bile doğruluk derecesi varsa, ülkenin geleceği açısından büyük bir tehlike var demektir. Ancak, bu haberlerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını, bilemiyoruz. Çünkü, çeşitli adaletsizliklerin cereyan ettiği bir ortamda, adaletsizliğe uğramadan da bu iddiada bulunanlar olabilir.

12 Mart Muhtırası günlerinde, aramızda şöyle bir fıkra anlatılırdı. TRT’den kovulmuş birisi, kekeleyerek, “Komünist olduğum için TRT’den kovuldum!” der. Karşısındaki, sorar, “TRT’de ne iş yapıyordun?”, cevap, yine kekeleyerek: “Spikerdim”.

Fakat, Cemaat gibi, emniyetten, adalete, eğitime, her kilit alanda derinlemesine örgütlenmiş bir organizasyonun TSK’da da, bunlara yakın derinlikte örgütlenmemiş olduğunu düşünmek için ahmak olmak gerekir.
Dolayısıyla, bu tür Askeri Okul iddialarının dikkatle incelenmesi şarttır.

Bu güne kadar, TSK’da ciddi bir ayıklanma yapılmamış olması, kaygılanılacak bir durumdur. Eğer, ordunun üst kademelerinde de etkinseler, ülkemizin geleceği için korkarız.

Her genç aldanabilir, yanılgıya düşebilir. Ancak, böylelerinin, bir güve olarak orduda bulunmasına da izin verilmemelidir. Yayınlanacak genel bir tamimle, bütün subay, astsubay ve askeri öğrencilerden, eğer kendilerini saklama tavsiyesiyle herhangi bir ideoloji doğrultusunda endoktrine edilmişlerse, öne çıkıp bu doğrultuda beyanat vermeleri istenmelidir.

Öne çıkanlar, bu sadakatlerinden vaz geçtikleri şeklinde yemin ederlerse, bir af mahiyetinde, göreve devam etmelidir.

Öne çıkmayan, fakat çeşitli tahkikatlerle bu şekilde oldukları öğrenilenlerin derhal TSK ile ilişkisi kesilmelidir.

Uygar bir Devlet’in askerini, polisi, hakimi, Adam olur, mürit olmaz; en yüksek hukuki amiri, Anayasa, vicdani amiri, vatan sevgisi olur; bir şeyh veya hocaefendinin şahsı ve bu tiplerin hezeyanları olmaz.


Ülkenin geleceğini karartanlar

Beğenelim beğenmeyelim, Kapitalizm’in egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. En zengininden, en fakirine, her ülke, kendisine sermaye (para halinde yoğunlaşmış zenginlik, üretim) çekmeğe çalışıyor.

Genel kural: Sermaye güvenilir, hukuku düzgün, insanları dengeli ülkeye gider.

Bu hafta New York Times’da okuyoruz: Türk Yahudileri, anti-semitizmden bezmiş vaziyette, ülkeyi terk etmenin yollarını arıyor. Kimi İspanya’nın vereceği yurttaşlık peşinde, kimi zaten İsrail’e yerleşmiş. Her demokratik ülkede anti-semitizm var. Niye Türkiye’den kaçma arzusu var?

Çünkü Türkiye’nin anti-semitizmi, Devlet eliyle yapılıyor. İsrail-Filistin sorunlarında TRT’nin açıkca anti-semitizm yaptığını söylüyor gazete haberi.

Hadi bu, yorum meselesi dersiniz. Fakat başka öyle bir haber veriyor ki, itiraz etmeniz imkansız: Bir şarkıcının “Allah Hitler’den razı olsun!” tweet’ine 2.5 milyon takipçili Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, “Seni alkışlarım!” demiş. Çatısı çatlak bir binaya kim girmek ister?


Müslüman dünyasındaki vahşet ve iki başrol oyuncusu

Din, mezhep savaşlarını yüzyıllar öncesinde bırakmış Batılı’lar, şaşkınlık içinde izliyor, Müslüman Dünya’sında cereyan etmekte olan vahşeti. Şii Sünniyi boğazlıyor; Sünni Şii’yi; A-Tipi Sünni, B-Tipi Sünni’yi; C-Tipi Sünni, D-Tipi Sünni’yi, vs.

İnsan boğazlamanın normal karşılandığı bir ortamda, en vahşi olan kazanır; İŞİD’in başarısı buradadır.

Bu vahşet tiyatrosunun sahnelendiği son 3 ülke Irak, Suriye ve Yemen, oldu. Üçünde de, iki ülke, bu cehennemlik oyunun başrol oyuncusu oldu: İran ve Suudi Arabistan. Bir tanesi, herkes Şii olmadan, öteki herkes Vahabi olmadan dünyaya huzur vermeyecek.

İran, Saddam sonrası Irak’da İran yanlısı Şii bir hükümeti allem-kallem başa geçirdi; böylece, Irak’lı Sünnilere hayatı zehir edip, yüzlerce Sünni çeteden sonra İŞİD’in doğmasına yol açtı.

Suudi Arabistan, adeta buna rövanş olarak, Suriye isyanının makinistliğine girişip binlerce hayatı söndürdü.

İran, “Sıra tekrar bende!” deyip, Yemen İsyanı’nı başlattı. Suudi’ler isyancıları bombaladı. Türkiye? Her oyunda başrol oyuncuları gibi yardımcı oyuncular da vardır.

Bugünkü AKP yönetiminin, yasalarımızı ihlal ederek, “Türkmen’lere gidiyor” deyip, çarpışan İslamcı Çetelerden bazılarına silah-mühimmat göndererek, en azından Suriye Vahşeti’nin yardımcı oyuncusu olduğunu bütün dünya öğrendi.

Atatürk’ün Laiklik mirasını hala yemekteyiz. O sayede, henüz Türkiye, Nakşi’nin Nurcu’yu, Sünni’nin Alevi’yi, vs. (veya tersi istikametlerin) boğazladığı bir yer değil. Fakat, durumun böyle devam edeceğinin hiçbir garantisi yoktur.

Ağzına “Din, Kitap” laflarını alan her siyasetçi, Türkiye’yi böyle bir uçuruma doğru götürmektedir.

Örnek verelim.

Yeni Şafak’ta bu hafta, “Cumayı Ayasofya’da mı kılalım fabrikada mı?” başlıklı bir makale yazan İsmail Kılıçaslan, uygar bir şekilde Müslüman Gençleri, Ayasofya gibi konularla uğraşacak yerde, fabrika işçilerinin eylemlerini desteklemeğe çağırıyor. Yazısının bir yerinde söylediği şu sözler gelecekteki tehlikelerin bir göstergesi: “Hatta bazı dindar gençlerin 'Ayasofya yoksa oy da yok' falan yazdığına şahit olduk.”

Bugün “Oy yok” diyen Siyasi İslamcı militan, yarın sabırsızlanıp “Sizle olmuyor, biz kendimiz yapacağız” diyecektir.

Bir zamanların Türkiye’si, “Sosyalizm, TİP’le, demokratik seçimlerle filan olmuyor” deyip, terör eylemlerine girişen gençler gördü. O tür gençlerin, hiç değilse, etraflarında kan içici ideologları, kan banyosu coğrafyaları yoktu. En kötü örnek olan Stalin’in mahkum edildiği bir komünist dünyası, Fransız, İtalyan, vs. çelebi komünistleri ve tonton, karıncaezmez Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’ları vardı. Buna rağmen, acılar yaşandı.

Bugünün İslam coğrafyasında, her Siyasi İslamcı gençlik hareketi, tabiatı itibariyle, karşısındaki örnekler itibariyle, er veya geç müthiş vahşi olacaktır.Bir gün gelir, Erdoğan’ı çok yumuşak bulan çeteler bile türer; hatta, mutlaka türemiştir bile.

Türkiye’nin, Arap-Acem Dünya’sındaki batağa saplanmaması için, Laikliği, yeniden, eskisinden daha güçlü bir şekilde inşa etmekten başka çaresi yoktur.

Ağzına dini bir söylem pelesenk eden bir siyasetçinin, bu ülkeye büyük hainlik etmekte olduğu bilinmelidir.


Önceki ve Sonraki Yazılar