Newroz ve 'Çöküş'

1980'den başlayarak Ortadoğu ve Türkiye'de inşa edilmeyle çalışılan ‘Yeşil Kuşak’ ya da ‘Ilımlı İslami Rejim’ projesi Libya'da, Mısır'da, Suriye'de adeta iskambil kağıdı gibi peş peşe yere serildi. Daha birkaç gün önce ABD'nin en önemli kalesi Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in hep birlikte Katar'dan elçiliklerini çekmesi, ‘tape’ gündemine kilitlenmiş Türkiye'de yeterince yorumlanmadı. Bu üç ülkenin gerekçesi: “Müslüman Kardeşler eliyle, ülkelerinin içeriden karıştırılmaya çalışılması” idi. Bölgede, adı Müslüman Kardeşler'le anılan tek lider kaldı; o da: Erdoğan.

BOP'un Eşbaşkanı olmakla övünen Erdoğan'ın, bu projenin gereklerini yerine getirmemesi, bugün bulunduğu konuma gelişinde Cemaat- ABD gibi 'dış mihrak’ların rolünü unutup, iktidar sarhoşluğuna kapılması; ‘kerameti kendinden menkul’ sanma aymazlığına düşmesi önemli faktördü. Bir diğeri ise; aynı aymazlıkla, kadın bedenine, farklı yaşam biçimlerine, eğitim sistemine, medyaya; yani sosyal yaşamın içindeki her alana müdahale etmeye başlaması onu farkında olmasa da 'iç mihrak'ların başına yerleştirdi.

‘Ilımlı İslami Demokrasi’ modelinin bir takiye olduğunun, ‘Türkiye Modeli’ denilen olgunun asla gerçekleşemeyecek oluşunun anlaşılması; hem dünyada hem de Türkiye'deki destekçilerinde derin bir hayal kırıklığı yarattı. 

Adeta “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyen”, yüzde 50 rakamının her şeyi yapma hakkı ve gücünü verdiğini sanan Erdoğan, bu yanılgıyla önce sosyal yaşamı dini kurallarla belirlemeye, arkasından demokrasi treninden otokrasi durağında inmeye yeltenince, karşısına dikilen 'öteki yüzdeler' bütün kimyasını bozdu.
Onun için; ‘Gezi’, üzerinden neredeyse bir yıla yakın zaman geçmesine rağmen, Başbakan ve şurekasının dillerinden düşürmediği bir 'sembol' haline geldi.

Gezi; KCK, Devrimci Karargah, Ergenekon, Balyoz gibi davaların yanı sıra, ağzını açanın kendini cezaevinde bulduğu ya da bu tehdit altında sessiz kalmayı seçtiği bir sürecin bitişinin, Türkiye için yeni bir dönemin başladığının işareti oldu.
  
Aynı dönemde Cemaat ile başlayan iktidar ve rant kavgası, bütün kirli çamaşırların ortaya dökülmesine yaradı. ‘Tape’ sürecinde, ‘Yürütme’nin hayal bile edemeyeceğimiz bir pisliğin içinde debelendiğini gördük. Duyduklarımız cabası...

Şimdi karşımızda, iktidardan indiği gün ya yargılanacak ya da yargılanmamak için kaçacak bir başbakan var.
Çok korkuyor! Korktukça, korkutmaya çalışıyor!
Durum bu kadar vahim.

Daha vahimi; içinde bulunduğu açmazdan karşısında gördüğü herkesin ve her şeyin kökünü kazıyarak kurtulmaya kararlı; kendi seçmenleri dahil, herkese “Ya benimsin, ya kara toprağın” diyen bir cinnet haliyle karşı karşıyayız.

Twitter'i yasaklamak, bu cinnet halinin ve zavallı çaresizliğin en somut göstergesi.   
Maalesef, bir çöküşün en tehlikeli günlerinden geçiyoruz.

***

Bu siyasi iklimde Diyarbakır'da mahşeri bir kalabalıkla kutlanan Newroz'a, bu yıl da Öcalan'ın mesajı damga vurdu. KCK tutuklularını hala rehin tutan siyasi irade, bir kez daha Çözüm Süreci'ni seçimlere endeksleyerek, zamana yaymaya çabalıyor.

Hiçbir şekilde yasal zemine oturtmayarak; aynı hesapla, süreci sadece kendi iradesinde tutmaya ve Kürtleri “Ben gidersem süreç biter” tehdidiyle elinde tutmaya çalışıyor.
Kürtler bunu anlamıyor mu, bilmiyor mu?

Elbette biliyor. Nitekim; gerek Kandil, gerek BDP'den gelen “Süreç AKP'ye endeksli değil”, “AKP muhatap olmaktan çıkıyor”, “Bu kadar şaibeye bulaşmış bir başbakanla nasıl barışı görüşeceğiz” gibi açıklamalar, Erdoğan'a yapılan son uyarılar olarak algılanmalıdır.

Hükümetin verilen sözleri tutmadığını madde madde açıklayarak kamuoyuna defalarca duyuran Kürt siyasi hareketi, barışın bozanı olmak ve bu vebali almak istemiyor. Bundan sonra, silahlı çatışma dönemini net olarak kapadıklarını ve demokratik mücadele yöntemleri dönemini açtıklarını ifaden eden Kürt hareketi, Erdoğan'a 30 Mart Yerel Seçimleri sonrasına kadar süre verdiğini açıklamıştı.

Öcalan'ın Diyarbakır'da okunan mesajının da bugüne kadar verilen mesajlarla örtüştüğü görüldü. Ancak, kısaca; Türkiye'nin ‘Darbeler ve Demokrasi Dönemi’ arasında yol ayrımında olduğuna vurgu yapan Öcalan'ın bu mesajını “AKP'ye destek vermek” olarak algılamak ideolojik bir körlük olur. Öcalan AKP'ye güçlü bir uyarıda bulunurken, aslında önünde radikal bir demokratikleşme hamlesinden başka çare kalmadığını söylüyor.

Bu arada; Kürt hareketini ‘gerici bir iktidarla işbirliği yapmak’la suçlayanların, öncelikle ‘ilerici ve laik’ kesimlere söyleyecek sözü olmalı. HDP'ye; Fethiye başta olmak üzere, birçok ilde yapılan saldırıların altından o ‘ilerici ve laik’ kesime ait güruhların olduğunu hatırlatmak isterim. 

Önceki ve Sonraki Yazılar