Devlet dersinden kalmak…

Gösteriye dayanan siyasetin en kötü yanı,
ne pahasına olursa olsun sahnede boy
göstermek isteyen aktörlerin her şeyi, hatta
kutsal ilkelerini bile alkışla değiş tokuş etmeye
kalkışması.
Tribünlerin alkışını almak için, meslek etiğini,
doğruyu, hukukun temel kavramlarını
gözden çıkartmak…
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu,
üniversitelerde, soruşturma üzerine soruşturma
açılmasına, kimi isimlerin işten atılmasına
neden olan Barış İçin Akademisyenler’in
bildirisini eleştiriyor.
Bunu yaparken devletin yıkılması tehlikesinden
söz ediyor ve diyor ki; “O halde devleti
yıkmak isteyen herkese her güce karşı dev vücut
olmak zorundayız. Bu noktada kanlı terör
örgütü PKK’ya bir cümlecik dahi aleyhte konuşmadan
sürekli, ama sürekli Türkiye Cumhuriyeti’ne
söz söyleyenleri mütareke döneminin
işgal altındaki İstanbul’un sözde aydınlarının
kalıntıları olarak niteliyorum” diyor.
Bu arada Hazreti Ömer’e ait “Adalet mülkün
temelidir” (El-Adlü Esasü’l mülk) sözünde
‘yönetim, düzen’ anlamındaki mülkü de ‘gayrimenkul’
zannediyor olmalı ki, ona ‘sağlam temel
kazandırmaktan’ söz ediyor).
Peki Noam Chomsky, David Harvey, Immanuel
Wallerstein, Etienne Balibar gibi aydınların
da imzasını taşıyan bildiride, Barış İçin
Akademisyenler ne diyordu;
“Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını
Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de
ve daha pek çok yerde haftalarca süren
sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve
susuzluğa mahkum etmekte, yerleşim yerlerine
ancak bir savaşta kullanılabilecek ağır silahlarla
saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik
hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı
başta olmak üzere Anayasa ve taraf olduğu
uluslar arası sözleşmelerle koruma altına alınmış
olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal
etmektedir…”
Bir kez daha vurgulayayım, ne diyor akademisyenler,
“...devlet hak ve özgürlükleri ihlal
etmektedir…”
Önce profesör unvanı taşıyan Feyzioğlu’nun
görmezlikten geldiği, ancak hukuk fakültesi
birinci sınıf öğrencilerin bilmeden sınıf
geçemeyecekleri bir kuralı hatırlatalım.
Hukuktaki haklar, ancak bir yükümlüsü, o
hakkı teminat altına alan ve gerçekleştiren,
koruyan bir yükümlüsü varsa anlamlıdır.
Akademisyenlerin sözünü ettiği başta yaşama
hakkı olmak üzere haberleşme, seyahat,
eğitim gibi temel hakların yükümlüsü sadece
“devlettir”.
Dolayısıyla bu haklar ihlal edildiğinde eleştirilecek,
sorumlu tutulacak ve bu hakları yerine
getirmesi istenecek tek güç devlettir.
Üç yaşındaki çocuk, yirmi yaşındaki asker
ya da otuz küsür yaşındaki polis öldürüldüğünde
de ihlal edilen yaşama haklarının sorumlusu
sadece devlettir.
Bu haklar sadece devlete karşı yöneltilir,
talep edilir.
Devletin yükümlüsü olduğu temel hakları,
yasadışı silahlı bir örgütten, Feyzioğlu’nun deyimiyle
‘kanlı terör örgütü PKK’dan talep etmek,
bu örgütü yaşam hakları ihlallerinden sorumlu
tutmak bu örgüte anayasal değer atfetmek
anlamına gelir.
Bu tartışmayı 90’lı yılların en ‘kanlı’ dönemlerinde
insan haklarını savunan bir avukat,
Gökçen Tunalı Alpkaya ayrıntılarıyla dile
getirmişti.
Feyzioğlu “Kanlı terör örgütü PKK’ya bir
cümlecik dahi aleyhte konuşmadan ama sürekli
Türkiye Cumhuriyeti’ne söz söyleyenler...”
diyor.
Oysa o linç edilmek istenen akademisyenlerden
biri şöyle feryat ediyor:
“Devletin savaş politikasını reddetmek
PKK konumunu savunmak demek değildir.
Benim gibi, birçokları gibi savaş ve şiddet karşıtı
olanlar için temel bir etik sorumluluktur.
Yükselen faşizm karşısında artık insanlığı savunmak,
temel medeni ve etik sorumluluğumuz
üstlenmek zorundayız. Ben sadece çocukların
bu savaşta ölmesine değil, asker, polis
ve gerilla bu savaşa dahil olan herkesin öldüğü
ve öldürdüğü bu savaşa karşı çıkmak istiyorum.
Kim savaşın sürmesini istiyorsa hepsine
karşıyım…”
Bir hukukçu, üstelik profesör ünvanı taşıyan
bir hukukçu olan Feyzioğlu hukuk fakültesinde
birinci sınıfta öğretilen ‘haklar’ ve yükümlülükler
bi habermiş gibi davranıp, ifade
özgürlüğünü savunmak yerine aydınlara yönelen
‘cadı avına’ odun atmayı tercih ediyor.
Aydınları tehdit eden iktidar sahipleriyle,
aydınların kanı ile duş alacağını söyleyen çete
şefleriyle birlikte akademisyenlere karşı saf tutup,
hukukun üstünlüğünden söz ediyor.
Barolar Birliği Başkanı, siyasette rol kapmaya
çalışırken, insan haklarını bir yana bırakın
devlet dersinden de sınıfta kalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar