Tek kutuplu Dünyanın sonu

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kapitalist blok bir tür zafer sarhoşluğu yaşadı. Artık tarihin sonu gelmişti, liberal demokrasi mücadeleyi kazanmıştı, ideolojiler bitmişti ve artık tek kutuplu bir dünya vardı.

Yaklaşık 10 yıl süren bu sarhoşluk haline indirilen ilk darbe 11 Eylül saldırıları oldu. 11 Eylül 2001’de bitti denilen tarih yeniden başladı. Ancak tek kutuplu dünyanın sonunu haber veren esas gelişmeler sembolik olarak bakıldığında kanımca 2008 yılında yaşandı.

2008’de olimpiyatlar Çin’de yapıldı ve Çin öyle bir açılış töreni organize etti ki tüm dünyaya “kadim bir medeniyetin dönüşü” haberini verip meydan okudu; kazanılan madalyalar da bu dönüş haberinin perçinleyicisi oldu. 2008, Çin’in bir süper güç haline gelişinin olimpiyatlar aracılığıyla ilanıydı yani.

Başka bir meydan okuma ise aynı yıl aynı günlerde Rusya tarafından gerçekleştirilecekti. Gürcistan’ın bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya’ya ABD’ye güvenerek bir askeri operasyon başlatmasına Rusya çok sert karşılık verecek ve kısa süreli bir savaşın ardından hem Güney Osetya hem de Abhazya bağımsızlıklarına kavuşacaktı.

Bu kısa süreli savaşın büyük tarihsel etkileri olduğunu söylemek mümkün. Rusya, Gürcistan operasyonuyla şunları yapmış oldu:

1991’den beri devam etmekte olan emperyalizmin Rusya’yı çevreleme, Ortadoğu ve Hazar enerji kaynaklarına hâkim olma ve bölgede Batı yanlısı rejimler yaratma sürecine dur denildi.

İlk kez Batı yanlısı bir rejime askeri operasyon düzenlendi ve Atlantik ittifakına güçlü bir meydan okumada bulunuldu.

Batı’nın Kosova’yı Sırbistan’dan koparmasının bir benzerini bu sefer Rusya gerçekleştirdi ve Güney Osetya’yla Abhazya’yı Gürcistan’dan kopardı.

Söz konusu müdahalede ABD büyük ölçüde etkisiz kalmış, aynı şekilde Avrupa da herhangi bir tepki verememişti. Bu ise esas olarak Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarına olan bağımlılığından kaynaklanıyordu.

O günlerde, sendika.org’da yayınlanan “Gürcistan’dan Ergenekon’a Uzanan Yol: Emperyalizm ve Turuncu Devrimler” isimli yazımda, Gürcistan savaşıyla birlikte “küresel egemenlik mücadelesinin Ortadoğu ve Kafkaslar coğrafyasında gerçekleşeceği, enerji kaynaklarının hâkimiyetini ele geçirme amaçlı olacağı ve Batı yanlısı rejimlerle Rusya, İran, Çin ekseninde yer alan ülkeler arasında geçeceği kesinleşmiş bulunuyor” demiştim.

Tam da böyle oldu ve Arap Baharıyla birlikte Atlantik güçleriyle (ABD ve Batı) Avrasya güçleri arasındaki mücadele yeniden alevlendi. Mısır ve Tunus’taki ayaklanmalar, Libya’daki askeri saldırı derken Suriye’ye gelindi.

Daha önce de defalarca belirttiğim gibi Suriye’de yaşanan basit bir iç savaş değil, bir küresel egemenlik mücadelesiydi. Söz konusu mücadelede Rusya askeri ve diplomatik gücünü çok iyi kullandı, Çin sessiz bir diplomasi uyguladı, İran ve Hizbullah stratejik bir pozisyon aldılar, Batı kendi içerisinde bölündü ve bunların hepsi Suriye direnişinin gücüne güç kattı.

Yeni-Osmanlıcı AKP dış politikası, Batı’nın bölgesel taşeronluğu üzerine kurulmuştu; ancak “stratejik derinlik”in gözden kaçırdığı şey, dünyanın eski dünya olmadığıydı. Esad’ın da Kaddafi gibi kısa sürede devrileceğine ve bölgede AKP’nin liderlik edeceği ABD destekli bir Sünni blokunun ortaya çıkacağına dair rüya çok geçmeden bitti.

Önümüzdeki günlerde yeni-Osmanlı’nın hevesle beklediği Suriye’ye yönelik bir saldırı büyük ihtimalle gerçekleşecek belki ama emperyalizmin ve taşeronlarının işi hiç de kolay olmayacak; çünkü tek kutuplu dünya düzeninin sonuna gelindi ve artık dünyada başka dengeler var.


Önceki ve Sonraki Yazılar