Her şey çok güzel oldu!

Hollywood filmleri klişelerle doludur. Bir silah göründüğü zaman illa ki patlar, o silah sözgelimi... Ama beni en çok eğlendiren klişe, her şeyini kaybetmiş ve büyük olasılıkla en sonunda canından olacak film kahramanlarına bir başka karakterin “Don’t worry! Everything is gonna be OK! - Merak etme! Her şey çok güzel olacak!” demesidir. Ben doğrusu Kanada’da yaşadığım yıllarda bir tek Kanadalı’nın bu sözü söylediğini işitmedim. Türkiye’de hiç işitmedim. Allah aşkına kim kime söyler böyle bir sözü, böyle bir ülkede! Güldürmeyin beni. Bize göre bir film adıdır bu söz. Cem Yılmaz’ın Mazhar Alanson ile oynadığı biricik iyi filmidir.

2007 yılında Abdullah Gül, 367 skandalı nedeniyle Cumhurbaşkanı olamadan önce Tayyip Erdoğan “Türkiye uçuşa geçecek” demişti. Sonra 367 skandalı patlamıştı. Ben o dönemlerde Türkiye’nin uçuşa geçmesiyle ilgili değildim. Türkiye’nin öyle de böyle de sürünmeye devam edeceğini, acıların ülkesi olarak yaşamaya devam edeceğini gayet iyi biliyordum. Ama geçmiş cumhurbaşkanlarına uygulanmayan bir kuralın sırf Gül’ün eşinde başörtüsü var diye uygulamaya konulmasına acayip gıcık olmuştum ve hiç gereği yokken Abdullah Gül’ü savunmak durumunda kalmıştım. Arkasından 27 Nisan e-muhtırası olmuş, erken seçimlere gidilmiş ve en nihayetinde o zamanlar diploma meselesinden endişe edildiği için sırf mecburiyetten Abdullah Gül muradına ermişti.

Aradan dokuz yıl geçti. Abdullah Gül’ün Türkiye’yi uçuşa geçirmediği, sadece duble yollarda jandarmanın durdurduğu silah taşıyan TIR’lar ülkesinin 11’nci cumhurbaşkanı olduğu anlaşıldı. Daha ziyade iktidar noterliği olarak tanımlanabilecek bir işleve sahip oldu Gül. Türkiye’nin Kandid’i oldu. Voltaire’in gülünesi iyimseri olan Kandid’i gibi zaman zaman bizleri eğlendirdi. Arada sırada enteresan çıkışlar da yaptı. Bu çıkışların hemen hepsinin laf olsun diye yapıldığı da zaman içinde ortaya çıktı. Abdullah Gül’ün yapmış olduğu çıkışlar arasında hiç şüphesiz en ilginci, hemen bütün Hollywood filmlerinde en az birkaç defa söylenmesi farz olan “Her şey çok güzel olacak!” çıkışıydı. O yıllarda Kürt açılımı olarak adlandırılan süreçten kısa bir süre önce söylenen bu söz, Türkiye’de duymaya alışık olmadığımız bir sözdü. Abdullah Gül adeta bir umut tellallığı yapmıştı. Liberal kişilik bozukluğu olanlar bu söze sazan gibi atladılar. Zaten onlar elmaşekerlerine kanacak tıynette adamlardı. İktidar pedofilizmine kurban gitti o zavallıcıklar.

Bahse konu olan süreç, çokça fırtınalı nadiren durgun seyirler izlese de 2016 Mayıs ayı itibarıyla geldiğimiz yer ortada. Özellikle seçimlerin yaşandığı son bir yıla odaklandığımızda bu ülkede güzellik ile ilgili tanımın bir hayli karmaşık olduğu ortaya çıktı. Son bir yıl, Türkiye için bir korku filmi gibiydi. Her gün yeni kayıplarla Türkiye’nin dünyada en uzun süren savaş arenalarından biri olduğu bir kez daha tescillendi.

Fehmi Koru’nun arkadaşı olan Abdullah Gül, Fehmi Koru gibi eski bir okurumdur. Eski bir okurum olması nedeniyle saygısızlık etmek istemem ama bu kadar iyimserliğin Kandid’e bile yaramadığını, Kandid’in hayatın anlamını bir Osmanlı köylüsünden öğrendiğini anımsatmak isterim. Kandid, bu dünyada kötümserlik ile iyimserlik arasında şeyler olduğunu anlamak için sadece çok çalışmak gerektiğini, emeğin kutsallığını öğrendi en sonunda. Elbette bu ‘çalışmak’ dediğimiz şey, köle tüccarı edasıyla köle yasaları çıkaran yaşadığı ülke ve dünyadan bihaber olan tuzu kuru AKP iktidarının anladığı çalışma şekli değildir. Emekçilerin sömürülecek değil, üreten ve yöneten emeğidir.

AKP iktidarı altında geçen yıllarımız arasında yaşanan en korkunç yılı geride bıraktık. Üstelik artık cumhurbaşkanı koltuğunda o koltuğun tanımlandığı anayasayı kabul etmeyen, bir üniversite mezunun oturması gereken koltuğu da nedense hiç beğenmeyen bir kişi var.  Hatta o kişi kendi atadığı başbakanı bile ortadan kaldırdı.

Abdullah Gül de Ahmet Davutoğlu gibi ne kadar vizyon sahibi olduğunu kanıtlamış oldu böylece. Biri “Sıfır sorun” dedi. Bol sıfırlı dış ve iç sorunların sahibi olduk. Diğeri, yıllar önce “Endişe etmeyin! Her şey güzel olacak” dedi. Bu da doğru çıktı. Saray çevresi ve yerden bitme yandaşları için her şey çok güzel oldu!

“Her şey çok güzel olacak” diye çıkılan yolda Kürt açılımı, çözüm süreci denilirken Kürt ve hatta Türk halkının temsilcileri olan vekilleri Meclis’ten kodeslere atma, Türkiye sınırları dahilinde yer alan Kürt kent ve kasabalarına İsrail’in Gazze’de Filistinliler’e uyguladığından farksız ablukalar kurma, bir başkanlık inadı uğruna yaratılan kaos nedeniyle sayısız asker ve sivil kayıplarına neden olma, dünyada en çok canlı bombanın patlayıp en çok insanın katledildiği ülkeler arasında lider olma ve artık geri dönüşü olmayan belirsiz bir geleceğe korkulu bir ‘merhaba’ denilme noktasına gelindi. Bakan veledi olmaktan başka hiçbir vasfı olmayan birtakım veletlerin Türkiye’nin en zengin işadamları arasına girmiş olmalarından bahsetmiyorum bile.

En trajikomik olan ise Avrupa ile bütünleşme hedefi ile 2002’de yola çıkan sözde siyasal İslamcı bir ‘dava’ kala kala ruh hastası yalancılara, haysiyetsiz yalakalara, gazeteciliği katleden paçavralara, cibilliyetsiz yeni yetme yandaşlara, hiçbir liyakati olmayan teneke trampet bir danışman ordusuna, bakkal verseniz bakkalı batıracak jöleli dalkavuklara, dünya lideri olayım derken muhtarların lideri olmayı başaran bir vizyonun insafına kaldı.

Bülent Arınç 2011 yılında “Cumhurbaşkanı denen kişinin cumhur tarafından seçilmesine Ak Parti karar verdi, millet karar verdi. İnşallah ömrümüz olursa şu kadar yıl sonra... Süresini söylemeyeyim şimdi, ‘Şu tarihte olacak’ derler. Şu kadar zaman sonra bu millet sandığa gidecek ve inşallah gül gibi lale gibi sümbül gibi cumhurbaşkanlarını seçecek” demişti. Ben de o vakit “Gül belli de lale kim olacak?” diye yazmıştım yazdığım yayında. Artık “Sümbül kim olacak?” onu merak ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar